Bir sen eksiktin
Rahşan Hanım kolları sıvamış, yeni bir partinin çalışmalarına başlamış... Hayırlı uğurlu olsun. Söylenenlere göre, kurulacak partide “hem sağ, hem de sol görüşten isimler” yer alacakmış.
Bir süre önce DSP’den kopan bazı milletvekillerinin de katılımıyla, yeni parti Meclis’te temsil edilecekmiş.
Bu haberde benim dikkatimi, daha çok, “hem sağ, hem de sol görüşten isimler” ifadesi çekti.
Diyeceksiniz ki, “Bunun neresi önemli? Bir partide, hem sağ, hem de sol görüşten insanlar bulunamaz mı?”
Ben de tam bu meseleyi tartışmak istiyordum işte.
Problem, kimin ne olduğu değil.
Pekala sağcı da olunabilir, ömür boyu solcu da kalınabilir.
Problem, “bir araya geliş”in rasyonaliteye (daha doğrusu gerçekliklere ve ihtiyaçlara) uyup uymaması.
Bundan daha da önemli olan husus şu: Kendilerine ayrı ayrı “yer” ve konum biçtiğimiz insanların, bulunduklarını zannettiğimiz yerle kurdukları ilişki ne kadar sahici, ne kadar rasyonel?
Karışık mı oldu?
Konu biraz karışıktır, kusura bakmayın.
Başka tür bir giriş denemesinde bulunayım o halde.
Siyasetin talepler temelinde yükseldiğini fehmedememiş ve de bugüne kadar sol olmayı başaramamış Deniz Baykal, 2007 seçimleri öncesinde, cennet vatandaki kötü gidişe “dur” diyecek sihirli bir formül atmıştı ortaya.
Formülü şöyleydi:
İktidarda bulunan AK Parti bir yana; solcusuyla sağcısıyla laikiyle dincisiyle diğer partiler bir yana... Seçim, “iktidarda bulunan partiyle, iktidarda bulunmayan partiler arasındaki yarış” biçiminde gerçekleşecekti. Dolayısıyla, iktidardan şekvacı tüm öteki parti mensuplarının “bir kereciğine” de olsa (bir kerecikten bir şey olmayacağı için) laikliği savunan CHP’ye oy vermeleri gerekiyordu. AK Parti iktidarı devrildikten, yani “tehlike hayırlısıyla bertaraf edildikten sonra” ödünç oylar partilerine dönebileceklerdi.
Bunun, siyaset bilimi açısından mantıklı ve rasyonel bir önerme olmadığını hatırlatmaya gerek var mı?
Rasyonalite yoksa, mantık da yoktur.
Evet, “sağa açılma”, farklı barikatlardan adam devşirme, sağ seçmene göz kırpma, rasyonalitesi olmasa da, bir tür siyaset arayışı sayılabilir. Haddizatında böyle olması da yadırganmamalıdır.
Kendisini “muhafazakâr” olarak tanımlayan biri, laiklik hassasiyetinden dolayı pekala CHP’ye oy verebilir. Bunun tersi de mümkün.
Kaldı ki, güzel yurdumuzda “sağ” ile “sol”u ayıran çizgiler o kadar da seçik değil. Biz, sağcı partilere niçin “sağcı”, solcu partilere niçin “solcu” dendiğini de bilmiyoruz.
Bunu, kendilerini ayrı ayrı “sağ” ve “sol” etiketi altında pazarlayan siyasetçilerin bilebildiğini de sanmıyorum.
Statükoyu ve “cunta anayasasını” sahiplenmek dışında dişe dokunur bir icraatı olmamış CHP niçin sol bir partidir? AB gazıyla da olsa özgürlük alanını genişleten, reform niteliğinde yasa değişikliklerine imza atan, demokratik açılımlar yapan AK Parti niçin “gerici ve muhafazakâr” bir partidir? Bunu aklı başında birilerinin açıklaması lazım...
Demek ki, sağ ve sol çerçeveleri pek bir şey ifade etmiyor ülkemizde.
Bile bile “çerçeve” nitelemesini kullanıyorum.
Çünkü, siyaset biliminin önemli kavramları arasında sayılan sağ ve sol, bizim gibi “sağını solunu şaşırmış” ülkelerde olsa olsa “çerçeve işlevi” görür.
Başka da bir işe yaramaz.
Hulasa, Rahşan Hanım oluşumunun, kimlerle yola koyulacağı değil, neyi savunacağı önem arzediyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.