İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Yeni koloniler, medya pazarı ve AB aydınları

Yeni koloniler, medya pazarı ve AB aydınları

Mezopotamya'nın bugünkü hazin durumunun ilk adımı olan Irak işgali sırasında, Ortadoğu'nun şekillenmesinin Balkanlar'dan başladığını, Irak'ın jeopolitiğinin çanakkale'den başladığını, Bağdat'ın savunulmasının İstanbul'dan geçtiğini tartışmış, Bağdat'a düşen bombaların aslında İstanbul'a düştüğünü belirtmiş, işgal güçlerinin Firdevs meydanındaki zafer kutlamaları sırasında evlerine kapanan Bağdat halkının yüreğindeki acıyı paylaşmanın en çok da İstanbul'da yaşayanlara düştüğünde ısrar etmiştim.

İçinde yaşadığımız bölgenin siyasi tarihi, birikimi, bizim geleceğimizi de belirleyecek. Ya yeniden bu birikim üzerine bir gelecek inşa edeceğiz ya da yeniden 20. yüzyılın kolonyal dönemi gibi bir 21. yüz yıl yaşayacağız. Bu yüzden, bu tarihi yönlendiren olayları gündelik reflekslerimizle, dostluk/düşmanlık algılarımızla karşılamanın, bizleri, çok yanlış yerlere de sürükleyebileceğini hep göz önünde tatmak gerekiyor.

Gündelik gel-gitlerin ötesinde nasıl bir dünya, nasıl bir bölge, nasıl bir Türkiye ve nasıl bir geleceğin şekillendiğini sorgulayanların, çoğunlukla haksızlığa uğrasalar da, kahve muhabbetleriyle ve üç günü geçmeyen gerçekleriyle zihinleri yönlendirenlerin yanında, önemli şeyler söylediğini düşünüyorum.

Bu çevrelerin, Kosova'nın bağımsızlık ilanını nasıl algıladıklarını bilmiyoruz mesela. İç politika, ekonomi ve dış politika ürerine yazı yazanların, birkaç kişi hariç, Balkanlar'da bir toplumun coşkusunu veya bu durumun Ortadoğu'da, Asya'da nasıl etkiler uyandıracağına, Avrupa Birliği ve ABD'nin Balkanlar'da uyguladığı politikalarının, Avrasya'ya yönelik stratejilerinin ne olduğuna ve bizim için nasıl bir gelecek tayin ettiklerine ilişkin neredeyse hiçbir analiz göremiyoruz.

Maalesef çıkar ilişkilerine, iktidar ilişkilerine endekslenmiş özgürlük söylemlerinin, kaba sloganların dışında bir sorumluluk duygusu, bir duruş bugünlerde Türkiye'de pek de kendisini hissettiremiyor. Süslü cümlelerin, havalı görüntülerin, özel ilişkilerin, medya pazarlamasının, aydın piyasasındaki reyting kavgalarının, daha iyi bir yer kapma manevralarının, cüzdan doldurma motivasyonunun ötesinde, gazete köşelerinde Türkiye ve dünyaya ilişkin hemen hiçbir şey okuyamaz olduk.

Medyanın aynileştiği, yazarların aynileştiği, bir gazeteye bakınca başka bir gazeteye bakma ihtiyacının kalmadığı, yüzlerce köşe yazarının ele aldığı konuların bir elin parmağını geçmediği, bu konuların önemli bir kısmının ise kişisel çıkar, iktidarla ilişkiler ve polemikler olduğu bir dönemdeyiz. En önemli konu başörtüsüydü o da kapılara Allah yazılması ve kezzap tartışmalarıyla işlendi!

Merak ederim, Avrupa Birliği hakkında kimseye söz bırakmayanlar, neden AB'nin güvenlik politikalarıyla ilgilenmez? Neden Türkiye'de bu konuların konuşulmasını küçümser? Kosova ve genel anlamda Balkanlar'da AB'nin geleceğe dönük kolonyal politikalarını neden sorgulamaz? AB sadece özgürlük mü demek? Yoksa zenginlik mi demek? Eğer sadece özgürlük olarak algılanıyorsa, bu ülkede en özgürlükçü isimler başörtüsü gündeme gelince, yıllarca statükoyla mücadele etmelerine rağmen “merkez iktidar”ın tehdit algılamasına sığınmışlardır?

O Avrupa Birliği Balkanlar'da yeni bir emperyal proje uyguluyor. ABD'nin Ortadoğu'da uyguladığından hiç de farklı değil. Anglo-Amerikan ve Franco-Germen eksenlerinin Avrasya projelerinin neresinde özgürlük var? Güvenlik, enerji, pazar dışında AB'nin Balkan politikalarında ne görüyoruz? Mikro devletçikler, kolonyal bölgecikler dışında… Peki bunun ABD'nin Ortadoğu'da yaptıklarından ne farkı var? Hepsinin başında genel valiler yok mu? Hepsinin bayrağı ABD ve AB tarafından çizilmiyor mu? Hepsi din, mezhep ve etnik açıdan parçalara ayrılmıyor mu?

Tamam, bir çoğunun gerçekten bugünkü hale gelmesi gerekiyordu. Asıl sorguladığım bu da değil. Sorguladığım şu: Anglo-Amerikan eksen ile Franco-Germen ekseninin Avrasya hattındaki parçalama ve kontrol stratejileri birbirini tamamlıyor. Bir ortaklık söz konusu. Ne gariptir, bu sürece bizim gözümüzle, bizim durduğumuz yerle sorgulayan kimseler çıkmıyor bu ülkede. Onlar bizim için bir gelecek tayin ediyor. Ve bu gelecek hiç de hayrımıza değil.

ABD'nin Ortadoğu Projesi, ABD'nin Balkan projesiyle başlıyor. Kafkaslar ve Güney Asya ile devam ediyor bu. Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana bu bölgelerde hiçbir güçlü ülkeye izin vermediler. Şimdi de vermiyorlar. Ortadoğu da onların, Akdeniz de onların.

Şimdilerde Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy üzerinden Türkiye'ye dayatılan Akdeniz Birliği projesinin ne olduğu hakkında Türkiye'de AB sözcülerinden hiçbir şey duymadık. Bütün bölge adeta paylaşılıyor. Bizim geleneksel olarak Ortadoğu dediğimiz bölge ikiye bölünüyor. Türkiye'ye ne tür bir rol verilmek isteniyor burada? Bunlar uzak konular değil. Bunlar Diyarbakır kadar yakın bize. Tıpkı Bağdat'ın İstanbul'a yakınlığı kadar. Irak'ın çanakkale'ye yakınlığı kadar.

10 Ocak tarihli bir haberle bitireyim: İsviçre merkezli Manas petrol şirketi, Arnavutluk'un Kosova sınırında dev petrol ve doğal gaz kaynakları bulunduğunu açıkladı. Şu ana kadar tespit edilen rezerv 2, 987 milyar varil petrol, 3,014 trilyon metreküp doğal gaz! Doğal gaz miktarının 15 trilyon metreküpe çıkabileceği söyleniyor. Bu zenginlik kaç Kosova eder!

Ve Akdeniz Birliği gerçekten Türkiye ve nüfuz bölgesi için ne anlama geliyor? Geçmişimiz ve geleceğimiz nasıl rehin alınıyor?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Karagül Arşivi