Adları “Türk” olan kuruluşlar ne kadar yerli?
Öncelikle, kavramı yerli yerine oturtalım... “Türk”ten kasıt, “Müslüman”dır... Hıristiyanlar, “Türkler geliyor” derken, aslında “Osmanlı”yı kastetmişlerdir... Çünkü, gelen “Osmanlı ordusu”dur!.. O ordunun içinde de, “her milletten asker” vardır... Ama, ortak noktaları “Müslüman” olmalarıdır... O halde, olayı şöyle özetleyelim: “Türk”ten kasıt “Osmanlı”dır!.. Osmanlı’dan kasıt da “Müslüman”dır!.. Yani, Hıristiyanlar “Türkler geliyor” derlerken, aslında “Müslümanlar geliyor” demek istemişlerdir... Bu da gösteriyor ki; tek başına “Türk” olmak yetmiyor!.. Bu Türk, aynı zamanda “Müslüman” olmalı ki, bir anlam ifade etsin... Çünkü, “Müslüman” olmayan bir “Türk”ün; hele de Hıristiyanların gözünde hiçbir anlamı yoktur!.. Unutmayalım ki; bugün, kendilerini “Türk” olarak ifade edenler, “değer”lerini “kelimenin kökenindeki anlam”a borçludurlar!.. Evet; geçmişte “Türkler geliyor” derken kastedilen anlam “Müslümanlar geliyor” olmasaydı; bugün ne “Türk”ün değeri olurdu, ne de “Kürt”ün veya bir başka “ırk”ın!..
ORG. BAŞBUĞ’UN NUSAYBİN KONUŞMASI
Bunu böylece ifade ettikten sonra, gelelim adının başında “Türk” bulunan kuruluşlara... Adının “Türkiye Futbol Federasyonu” veya “Türk Silahlı Kuvvetleri” olması, o kuruluşun “yerli” veya “millî” olduğunu gösterir mi?.. Bunu, açık açık konuşmanın, tartışmanın zamanı geldi, geçiyor bile!..
Bu konuyu “gündem”imize almanın sebebi şu: Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, dün gittiği Mardin’in Nusaybin ilçesi Sınırtepe Karakolu’nda bazı sözler sarfetti!..
Hemen söyleyeyim: Televizyondan “canlı” olarak yayınlanan bu konuşma; bir “Genelkurmay Başkanı’nın yapması gereken konuşma değil”dir!.. Bu konuşma, bir “Cumhurbaşkanı”nın veya “Başbakan”ın yapması gereken konuşmadır ki, Org. İlker Başbuğ’un “onların da üstünde bir eda ile” konuşması, ne yazık ki; Türkiye’de, henüz “demokrasi hazımsızlığı” yaşandığını göstermiştir!..
Çünkü “demokratik bir ülke”de, bir asker, kendisini “sivillerin üzerinde” göremez!.. Kendilerini “sivillerin üzerinde” gören “asker”ler unutmamalıdır ki; onların “ana”ları ve “baba”ları da “sivil”dir!.. Acaba, onlar da mı üstündürler?.. Ve ayrıca unutulmamalıdır ki; “askerin giydiği donun lastiğini bile” siviller vermektedir!..
Bunu, hiçbir asker unutmamalıdır!..
Rütbeleri “orgeneral” bile olsa!..
Bu “uyarı”yı yaptığımıza göre, Org. İlker Başbuğ’un yaptığı konuşmada sarfettiği cümlelere geçebiliriz...
Sayın Başbuğ, dün Nusaybin’de dedi ki;
“İşte, burada gördüğümüz tablo; bu ordunun milli olduğunu gösteriyor.
Bu ordu, millidir.
Halk işte, milletimiz, milletimizin burada temsilini görüyorsunuz. Bizim için Karslısı da Erzurumlusu, Ağrılısı, Ardahanlısı, Bursalısı, Ankaralısı da hepsi aynısıdır.
Hepsi bizim Mehmetçiğimizdir.”
“İşte bu, bu millet, bu duyguyu görüyorsunuz. Onun için bazıları, bu orduyu karıştırıyorlar, başka ordularla mukayese ediyorlar.
Bu ordu, hiçbir grubun ordusu değildir. Bu ordu, bilmem neyin ordusu değildir.
Bu ordu, milletin ordusudur.
İşte millet... Bizim, gücümüz bu zaten. Onun için TSK, milletinden aldığı güçle, azimle görevinin başındadır. Türk ordusu, milli ordudur, yerli ordudur... Milli ordu demek, Türk ordusunun arkasında Türk milleti vardır. Millet var, ulus var. İşte, budur.
Türk ordusunun kurulduğundan beri bu millilik vasfı vardır, ilelebet de devam edecektir.”
BU, NASIL “YERLİ”LİKTİR?
İşte ben de, bunu anlayamıyorum!..
Bu nasıl “Türk”lüktür, bu nasıl “yerli”lik ve “millî”liktir ki; “şehit analarının veya bacılarının ezici çoğunluğu başörtülü” olmasına rağmen, başörtülü ana ve bacılar; Manisa’daki 1. Er Eğitim Tugayı’nda, Tuğgeneral Naim Babüroğlu’nun talimatıyla evlatlarının “yemin merasimi”ne bile alınmamışlar; analar ve bacılar o töreni “tel örgülerin arkasından” seyretmek zorunda kalmışlardır!..
Bu nasıl “millî”liktir ki;
“Başörtülü” çocukların “ilâhî” okumalarına tahammül edilememiş, bunun için “27 Nisan e-muhtırası” bile yayınlanmıştır!..
Örnekler, sayılamayacak kadar çok!..
Söyleyin Allah aşkına;
Bu “gerçek”ler ortada iken; sayın Başbuğ hangi “yerli”likten, hangi “millî”likten ve hangi “milletin ordusu”ndan söz etmektedir?..
Gerçekten merak ediyorum;
Ordu, “milletin ordusu” ise; bu millet acaba “hangi millet”tir?..
Öyle ya;
Bu milletin “ana”sı veya “bacı”sı “başörtülü”dür!.. Bu milletin “baba”sı da “sakallı ve takkeli”dir!.. “Şehit” olan askerler de onların çocuklarıdır!..
Ama onlar; “cenaze törenleri harici”nde hiçbir askerî alana girememekte, anaları “örtülü”, babaları “sakallı” olan gençler “subay” bile olamamaktadır!..
Bu mudur “millî”lik?..
Bu mudur “yerli”lik?..
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin isminin başında “Türk” olması; onun “millî” ve “yerli” olduğunu gösterir mi, göstermez mi?..
Sayın Başbuğ bunu düşünmelidir!..
Düşünmeli ve;
“Yaşanmakta olan gelişmelerden tedirgin olan vatandaşlarımız ve insanlarımıza da buradan sesleniyorum: Tedirginlik duyanlar merak etmesin. Türk Silahlı Kuvvetleri, milletimizden aldığı güç ve azimle, görevinin başındadır.”
Gibi cümlelerle; “Cumhurbaşkanı ve Başbakan edaları” takınıp, “görev ve yetki sınırları”nı aşmamalıdır!..
Çünkü ortada;
Aynı zamanda “Başkomutan” olan bir “Cumhurbaşkanı” ve Genelkurmay Başkanı’nın bağlı bulunduğu bir “Başbakan” vardır!..
Konuşmaları gerekiyorsa onlar konuşur!..
LAİKLİK, MÜSLÜMAN FUTBOLCUYA!
Gelelim, adının başında “Türk” ifadesi bulunan bir başka kuruluşa... Evet, Türkiye Futbol Federasyonu’na!..
Söyleyin Allah aşkına;
Başında Mahmut Özgener’in bulunduğu Türkiye Futbol Federasyonu ne kadar “Türk”tür, ne kadar “yerli”dir?.. Ortaokulu İzmir’deki Saint Joseph’te okuyan bir insan, ne kadar “yerli” düşünebilir?..
Efendim, malûmlarınız olduğu üzre;
Süper Lig, “Kadir Gecesi” veya “Ramazan Bayramı” filan dinlemeden, aynen devam etti, ediyor!..
“Dindar futbolcu”lar ne “cami”lere gidebildi, ne de “ana-babalarıyla bayramlaşma”ya!..
Türkiye Futbol Federasyonu eğer “yerli” olabilseydi, eğer “millî” olabilseydi, hele de “Ramazan veya Kurban Bayramı”na denk gelen günlerde “maç” yaptırmazdı!..
Ama yaptırdı, yaptırıyor!..
İşin en ilginç tarafı şu:
“Müslüman” futbolculara “bayram günü”nde bile “maç” yaptırılırken, “Hıristiyan” veya “Musevî” futbolculara “kendi kutsal günleri”nde ne maç yaptırılıyor, ne de antrenman!..
Hatırlarsınız...
Galatasaray, önceki yıl UEFA Kupası’nda 0-0 berabere kaldığı Austria Wien maçını Kurban Bayramı arefesinde oynamıştı. Futbol Federasyonu, Sivasspor’un 1 Ekim 2006 Pazar günü oynayacağı Ankaraspor maçını, İsrailli oyuncu Balili’nin dini bayramına (Kefaret Günü-Yom Kippur) denk gelmesi sebebiyle bir gün önceye almıştı.
Aynı Futbol Federasyonu, kandil akşamlarında ve Ramazan gecelerinde, maçların teravih namazlarına denk gelmemesini talep eden Diyanet-Sen’in başvurusunu reddetmiş ve “Bu istek laikliğe aykırıdır” demişti.
“Müslüman futbolcu” sözkonusu olduğunda hemen “laikliğe” sarılan Federasyon; “Hıristiyan” veya “Musevî” futbolcu sözkonusu olduğunda laikliği de unutuyor, çağdaşlığı da!..
MÜSLÜMAN FUTBOLCU OLMAK ZOR!
Biliyorsunuz değil mi:
Önceki yıl, Türkiye Süper Ligi’nde Müslüman futbolcular Kurban Bayramı’nın 2., 3. ve 4. gününde maç yaparken, Hıristiyan futbolcuların dini bayramı olan ve 24-25 Aralık’ta kutlanan Noel için Türkiye Süper Ligi 18 gün tatile çıkmıştı... Hıristiyan futbolcular 4-5 Ocak 2008 tarihinde gerçekleştirilen Türkiye Kupası maçlarında da oynamamışlardı!..
Daha, yığınla örnek var... Örnek olarak, sadece “son iki gün”de oynanan “maç”lar yeter!..
Dikkatinizi çekerim;
Bunların hepsi, “nüfusunun yüzde 99’u Müslüman” denilen Türkiye’de oluyor!..
Yani, “Hıristiyan” futbolcunun “Noel tatili” ve diğer kutsal günleri, “Musevi” futbolcunun “Hanuka” veya “Hamursuz” bayramı dikkate alınıyor, ama “Müslüman” futbolcunun ne “bayramı”na, ne “kandil”ine, ne de “namaz” ve “oruç”una saygı duyuluyor!..
Kısaca ifade etmek gerekirse;
“Nüfusunun yüzde 99’u Müslüman” Türkiye’de “Müslüman futbolcu” olmak zor...
Hem de çok zor!..
Türkiye’de “Müslüman” olmak, “yargısız infaz” veya “linç” için yeterli sebep!..
“Oruç” mu tuttun, “namaz” mı kıldın, “Cuma”ya mı gittin ya da bir “gol” attıktan sonra, “şükür” mü dedin, vay geldi başına!..
Şimdi söyleyin Allah aşkına;
Bir kuruluşun adının başında “Türk” veya “Türkiye” olması, o kuruluşun “yerli” olduğunu, “milleti temsil ettiğini” gösterir mi?..
Soru bu!.. Yorum sizin!..
=============
Avukat beylere ithaf!
Herhalde biliyorsunuzdur... Savcılığın hazırladığı “iddianame”nin adı “Ergenekon Silahlı Terör Örgütü” olmasına rağmen, bu ifadeyi kullanmak “yasak”tır!.. Niye yasaktır?.. Çünkü efendim; böyle bir “örgüt”ten söz edebilmek için “dâvânın bitmesi” ve sanıkların “hüküm” giymesi gerekiyormuş!.. Yani, dâvâ devam ederken bu ifadenin kullanılması “yassah”mış!..
“Ergenekon avukatlığı”na soyunanlar, sık sık bunu hatırlatıyor!.. Diyorlar ki; “Onlara terör örgütü sanığı deyip de, mahkemeyi baskı altına alamazsınız!”
Hay, hay... Biz demeyelim de, siz niye diyorsunuz?.. Meselâ, “Ben de Ergenekon’un avukatıyım” diyen Bay Deniz Baykal!.. Dün, demiş ki; “Ekonomik sıkıntıların yanı sıra Silivri Cezaevi’nde acılar çekmekte olan bu memleketin dürüst ve namuslu aydınlarını selamlıyorum.”
Merak ediyorum: “Örgütün aleyhinde yazmak yasak”tır da, “lehinde konuşmak ve onlara selâm sarkıtmak serbest” midir?. Ne yani, lehinde konuşunca “mahkemeye baskı” olmuyor mu?!?..
Ya, “cin-tonik” çarpmış, “Menderes’in çakma avukatı”na ne diyelim?.. O da demiş ki; “Gerçek demokrasi olsaydı, toplama kampları olmazdı!”
Demek oluyor ki; eğer “gerçek demokrasi” olsaymış, “darbelerin ve darbecilerin önünü açmak” gerekiyormuş!..
Ne dersiniz “avukat” beyler?.. Ben böyle anladım da!..