16 Ağustos 1997... Eğitimin içine edildiği gün!
Hani, Köroğlu “Tüfenk icat oldu, mertlik bozuldu” demiş ya, “televizyon”, “bilgisayar” ve “cep telefonları”nın icat olmasından sonra da, “sohbet”ler bozuldu... “Televizyon”un icat olmasından sonra “misafirlik”lerin yerini “telesafirlik”lerin alması gibi, “cep telefonları”nın icat olmasıyla, “dil”ler yerine “el”ler konuşmaya başladı... “Telefonda konuşma”nın yerini “mesajlaşma”lar aldı... Oysa eskiden “sohbet”ler vardı...
“Dilden dile, nesilden nesile ulaşan” sohbetler...
Bu sohbetler, “yazılı” olmasa da, “hafıza”lara kazınır, hiç kimse unutmazdı.
Meselâ, şöyle bir olay:
Vakt-i zamanında, köyde bir imam, insanlık hali ya; tam secdedeyken gaz husule gelmiş...
Ve gazı, biraz sesli şekilde çıkarmış.
Cemaat, sesi duymasıyla gülerek namazdan çıkmış.
İmam, utancından köyü terk etmiş.
Aradan yıllar geçmiş.
Köyü merak etmiş.
“Acaba beni unuttular mı” diye köyün yolunu tutmuş.
Köye yaklaştığında bir çocuk görmüş...
Sormuş çocuğa;
“Beni tanıyor musun?”
Çocuk, “Hayır, tanımıyorum” deyince, sevinmiş imam.
“Oh, ne güzel, beni unutmuşlar!”
Diye geçirmiş içinden!..
Ama, içine bir kurt düşüp, tekrar sormuş çocuğa;
“Evlâdım, sen kaç yaşındasın?”
Cevap vermiş çocuk;
“Yaşımı bilmiyom da... Zamanında burda bir imam secdede iken gaz çıkarmış...
İşte ben, ondan 52 gün sonra doğmuşum.”
Bu cevap üzerine; imam efendi, bırakın köye girmeyi, koşar adım uzaklaşmış köyden!..
Giderken de, şöyle demiş!
“Bırak unutulmayı, köyde milat olmuşum!”
16 AĞUSTOS 1997 BİR “MİLAT”TIR!
“Köy”lerde, “şehir”lerde ve hatta “ülke”lerde, bu tür “milat” olaylar çoktur...
“Tarih”e geçmişler, “hafıza”lara kazınmışlardır!..
Asla unutulmazlar!..
Çünkü,
“Dilden dile, nesilden nesile” anlatılarak, unutulması engellenir!..
Dedim ya;
Her köy, şehir ve ülkede “hafızalara kazınan, tarihe geçen ve adeta milat olan” bu tür olaylar çoktur!..
Meselâ, 16 Ağustos 1997...
Bu tarih, “tarih”e geçmiştir!..
Bu tarih, “hafıza”lara kazınmıştır!..
Bu tarih, “milat” olmuştur!..
Asla unutulmaz!..
Unutulması, mümkün değildir!..
Çünkü, bu gün;
“İmamın yellendiği” değil ama Mesut Yılmaz’ın “eğitimin içine ettiği gün”dür!..
Bu gün, “8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası”nın çıkarıldığı ve “İmam Hatip Liseleri’nin köküne kibrit suyu döküldüğü” gündür!..
Bu gün, “katsayı zulmü”nün başladığı ve “Anadolu çocuklarının önlerinin kesildiği” gündür!..
Bu gün, bütün “yasadışı zorbalık”ların başladığı, “minnacık çocuklar”ın incecik bileklerine “kelepçe”ler geçirildiği, “örtülerinin başlarından çekilip alındığı” sürecin başladığı gündür!..
Aradan “12 yıl” değil, “12 asır” da geçse, bu “zulüm” unutulmaz!..
“Gaz” değil ki, uçup gitsin!..
Bu gün, “eğitimin içine edildiği” gündür ki; bu pisliği ne “sabun” temizler, ne de “deterjan”lar!..
“12 yıl önce”sinin 16 Ağustos’unda doğan çocuklar, bugün 12 yaşında... O gün “12 yaşında” olan “çocuk”lar ise, bugün “24 yaşında” bir delikanlı!..
O gün “16 yaşında” olanlar ise bugün “28 yaşında” birer iş ve eş sahibi!..
Sorun bakalım onlara;
“Ne zaman doğdunuz?”
Verecekleri cevap, şu olacaktır:
“Zamanında bu ülkede bir Başbakan varmış!..
O Başbakan, siyasi hayatına da malolsa, Kesintisiz Eğitim Yasası’nı çıkartacağını söyler dururmuş!..
İşte o yasayı çıkartmış!.. Kendisini de eritmiş, partisini de!.. İşte ben; o yasa çıkartılıp da; eğitimin içine edildiği gün doğmuşum!”
KİMİ YOL’LARDA, KİMİ SAL’LARDA ÖLDÜ!
“Unutulmayan” o Başbakan, Mesut Yılmaz’dır!..
“Türkbank ihalesine fesat karıştırmak”tan dolayı çıkarıldığı Yüce Divan’da “sanık” olarak yargılanması ne ki; o, yüce milletin vicdanında, hâlâ “sanık”tır!..
Evet, “sanık”tır!..
Çünkü o, millete “yalan” söylemiştir!
Çıktığı Rize Çay TV ekranlarında; “yiyeceği ekmeği olmayan bu fakir halk, İmam Hatip liselerini yapmıştır. Bunları kapatmaya kimsenin gücü yetmez.
Onları kapatmak şöyle dursun, tam aksine sayılarını daha da arttırmalıyız” derken; 16 Ağustos 1997’de, “milletvekillerinin uyuduğu” esnada “8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası”nı çıkartarak; “sayıları çoğaltılmalı” dediği İmam Hatip Liseleri’nin köküne “kezzap” dökmüştür!..
Sorarım size;
Mesut Yılmaz’ından Bülent Ecevit’ine, Tansu Çiller’inden bazı “emekli general”lere, Süleyman Demirel’inden Hüsamettin Cindoruk’una kadar “8 Yıl Kesintisiz Eğitim” için çaba harcayanlar neredeler şimdi?.
Hani, Mesut Yılmaz;
“Siyasi hayatıma da malolsa, bu yasa mutlaka çıkacak” demişti ya, n’oldu Mesut Yılmaz’a!..
O yasa; gerçekten de birçoklarının siyasi hayatına mal oldu!
Mesut Yılmaz şu an “siyasî mevta” durumunda.
Ne var ki;
“8 Yıllık Kesintisiz Eğitim”den dolayı da, birçok öğrenci hayatından oldu!..
Kimi, “servis araçları”nın geçirdiği kazalarda öldü, kimi de “okul-ev” yolunda “donarak” can verdi!
Niye?
Çünkü “yetersiz” diyerek, köylerdeki okullar kapatıldı ve çocuklar onlarca kilometre uzaklıktaki belde veya ilçelere gidip, orada okumak zorunda bırakıldılar!..
Kâh “atlar” ve “eşek”lerle, kâh “traktör” veya “sal”larla!.. Yollarda öldü o çocuklar!..
“8 Yıl’la birlikte okullarda bilgisayarlar olacak, çocuklar çağdaş eğitim görecek” palavrasını savurdular!..
Ama çocuklar;
Ne bilgisayar görebildi, ne çağdaş eğitim!..
Kimi “sal”larda öldü,
Kimi “yol”larda!..
O köylerde yaşayan insanlara, “çocuklarının ne zaman öldüğünü” sorsanız, herhalde şöyle cevap verirler:
“Ne zaman öldü, bilemiycem ama, hani bir yasa çıkmıştı ya, köy okulları kapatıldığı için çocuklarımız 10 kilometre uzaktaki okullara gitmek zorunda kalmıştı ya, çocuğum işte o zaman öldü!..
Eşek’le giderken kolunu kırmıştı, ama Sal’la giderken nehre düşüp boğuldu!”
HACIBEKTAŞ’TA MÜJDE (!) VERMİŞTİ!
Dedim ya; bazı “olay”lar vardır, insanlar için “milat”tır, “tarih”tir!..
16 Ağustos 1997 de öyle!..
İnsanlara, “16 Ağustos 1997 size neyi hatırlatıyor?” diye sorsanız, çok kişi hatırlamaz!..
Ama, “o gün ne olduğunu” hemen herkes dün gibi hatırlar ve bir çırpıda sayar:
“O gün, Mesut Yılmaz’ın siyasî mevta olduğu gündür!.. O gün, İmam Hatip Liseleri’nin köküne kezzap döküldüğü gündür!.. O gün, Kur’an kurslarına yaş sınırlamasının getirildiği gündür!.. O gün, başörtüsüne yasak getiren sürecin başladığı gündür!..
O gün, 28 Şubat darbecilerinin, milletin inançlarına karşı başlattığı Topyekûn Savaş’ta mevzi kazandıkları gündür!.. O gün, Ergenekon Terör Örgütü mensuplarının sahneye çıktıkları gündür!..
O gün, milletin seçtiği hükümetin alaşağı edilip, yönetimi derin güçlerin ele geçirdiği gündür!..”
Evet, bunları sayarlar!..
Dahasını da söylerler:
Öyle ya;
Binbir entrika ile kesintisiz-taşımalı rezaletini önce komisyonlardan, sonra da uyuklamak pahasına Meclis’ten sabaha karşı geçiren Yılmaz-Ecevit ikilisi, ertesi gün, yani 17 Ağustos’ta Hacıbektaş şenliklerine katılmışlar ve Alevilere, “Cumhuriyet tarihimizin en önemli yasalarından birini görüşüyorduk, onun için geciktik. Size en büyük hediyemiz 8 yıllık kesintisiz eğitim” demişlerdi. Partizanlar da “Türkiye laiktir, laik kalacak” diye höykürmüşlerdi!..
Konuşmasına, “Hacıbektaş-ı Veli’nin torunları merhaba” diyerek başlayan Yılmaz, “Cumhuriyet tarihinin en önemli yasalarından birini görüşüyorduk.
Onun için dün çok istediğimiz halde törenlerinize katılamadık” demiş, Ecevit de onu onaylamıştı...
Konuşmasına şöyle devam etmişti Mesut Yılmaz;
“Hacı Bektaş-ı Veli’nin de, Türkiye’nin dört bir yanına yayılmış diğer bütün velilerin de kabirlerinde yeni güller açmaktadır.
Türkiye artık karanlığın pençesinden kurtulmuştur. Bundan sonra devamlı aydınlığa koşacaktır!..
Hacıbektaş’ı, yalnızca Ağustos ayının üç gününde ziyaret edilen bir yer değil, yılın 365 günü ziyaret edilen bir yer yapacağız. Balkan Aleviliğinin, Kafkas Aleviliğinin, Avrupa Aleviliğinin merkezi yapmak için ne yapılması gerekiyorsa yapmaya kararlıyız.
Yıllardır devam eden, ancak daha yarısı tamamlanamayan kültür merkezinizi tamamlamak benim hükümetime nasip olacak. Hacıbektaş’ı turizm merkezi Avanos’a, Kapadokya’ya bağlayan yolu bitirmek de bana nasip olacaktır!”
UNUTMAYALIM... UNUTTURMAYALIM!
Bu konuşmanın üzerinden tam “12 yıl” geçti...
O gün doğan çocuklar, bugün “12” yaşında!..
Dolayısıyla, ne “28 Şubat darbecileri”ni biliyorlar, ne “İmam Hatip Liseleri’nin köküne kezzap döküldüğünü” ve ne de “Kur’an Kursları’na yaş sınırlaması” getirildiğini!..
Onlar, “katsayı zulmü”nü de bilmiyorlar, “başörtüsü yasağı”nı da!..
Ama, öğrenecekler!..
Çünkü bu “yasadışı zorbalık”lar, bu “dayatma”lar, o günleri yaşayan anneler-babalar, ablalar-abiler tarafından dilden dile, nesilden nesile anlatılacak!..
Anlatılmak zorunda!.. Çünkü, o gün bir “milat”tır!
“İmamın yellenmesi” nasıl hâlâ konuşuluyorsa, yeni “Eğitim-Öğretim Yılı”na başlandığı bugün de “Mesut Yılmaz’ın eğitimin içine ettiği gün” konuşulmalıdır!..
Çünkü; dünü unutan, yarına yürüyemez!..
Çağdaş cahiliye!
“Cahiliye Devri Arapları”nı bilirsiniz... Ellerine ne geçerse, ondan “put” yaparlar, sonra da ona taparlarmış... Amaaa...
Meselâ, sabahleyin “helvadan put” yaparlar, öğleye kadar ona taparlar, öğle olup da acıkınca, “yapıp taptıkları putu yerler”miş!..
Bizim, “bazı doktorlar”ın yaptığı da buna benziyor!.. Malûm, hemen hepsi mesleğe başlarken, “Hipokrat yemini” yaparlar!.. Yani, “her hastaya aynı titizliği gösterecek”ler, “hastalar arasında ayrımcılık uygulamayacak”lar ve hiçbir hastaya da “ayrıcalık” tanımayacaklar!..
Gelin görün ki; mesleğe başlarken yapılan “Hipokrat yemini”nin yerinde şimdi yeller esiyor!.. Bazı doktorlar, yeminlerine resmen ve alenen “ihanet” ediyorlar!..
Çünkü, “hastalara ayrıcalık” yapıyorlar!..
Hasta, eğer “Ergenekon terör örgütü sanığı” ise; “turp gibi sağlıklı” bile olsa, hemen hastaneye yatırıyorlar!..
Sizin anlayacağınız; görevleri “hastayı iyi etmek” değil, “sağlıklı insanı hasta göstermek!”
İşleri; hastayı tedavi edip “hastaneden çıkarmak” iken, “sağlam” adamı “hasta”(!) edip “hapisten kaçırmaya” çalışıyorlar!..
Bu durumda, üzerine yemin edilen Hipokrat da, “helvadan put” durumuna düşüyor ki, bazı doktorlarımız onu yiyor!..
Ne diyebiliriz ki; “çağdaş cahiliye”ye afiyet olsun!