Çarpıtma ve saptırma... CHP’liler bunu hep yapıyor!
Buna bir “hastalık” mı demeli, yoksa “ideolojik körlük” veya “ön yargı” mı, bilemiyorum... Ama, “görünen bir gerçek” var ki; “CHP’liler” veya bilumum “solcu”lar, olaylara, hep “tek taraflı” bakıyorlar!.. Artık “at gözlüğü” mü takıyorlar, yoksa gözlerini hepten mi kapatıyorlar bilmem ama, hep “olayın sadece bir yönü”nü görüyorlar!.. Oysa “aydın” olduğunu iddia eden, “aydınlanma” edebiyatını dilinden düşürmeyen bir adam, olaya “bütün yönleriyle” bakar ve değerlendirmesini ona göre yapar!.. Tabiî, bunu yapmak için, her şeyden önce “bilgi” sahibi olmak gerekir!.. “Bilgi sahibi olmadan kanaat açıklamaya” kalkışırsan, hem “gülünç” durumlara düşersin, hem de “gerçekleri çarpıttığın” çıkar ortaya!..
Sözü, “iki CHP’li”ye getirmek istiyorum... Birisi CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, diğeri de CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu!.. Önce Muharrem İnce’den söz edelim.
DİN DERSLERİ GERÇEĞİ
Belki izlemişsinizdir... Önceki gece, Kanal D’de Abbas Güçlü’nün hazırlayıp sunduğu Genç Bakış programında “öğretmenlerin durumu” tartışıldı.
Konuklardan biri de CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce idi... Muharrem İnce, bir ara, sözü “İlahiyat Fakülteleri mezunu din dersi öğretmenleri”ne getirip; AK Parti iktidarının ‘8 bin 200 din dersi öğretmeni tayin ederken, 200 kadar fizik öğretmeni ataması yaptığını” iddia ederek, bir anlamda “İlâhiyat mezunlarına ayrıcalık” yapıldığını ileri sürdü.
Salondan gelen tepkiler üzerine de, “din düşmanlığı” değil, bir “durum tesbiti” yaptığını söyledi.
Oysa, bir “eğitimci” olan Muharrem İnce de gayet iyi bilir ki; bugün “ayrıcalık” uygulandığı iddia edilen ilâhiyat mezunları, bundan 12 yıl önce birçok “ayrımcılığa” maruz kalmıştı!..
Kısa bir hatırlatma yapalım:
YÖK, 16 Temmuz 1997’de bir karar almış ve “yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarının ilahiyat programlarından ve bu programların bulunduğu yükseköğretim kurumlarının tüm diğer programlarından alınmış önlisans ve lisans diplomalarına hiçbir suretle denklik verilmemesini, verilenlerin de iptal edilmesini” kararlaştırmıştı.
İşin garibi diploma denklikleri iptal edilen çok sayıda kişi de Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmen olarak görev yapıyordu.
Bunun üzerine, 23 Eylül 1987 ile 31 Aralık 1992 yılları arasında öğretmen olarak atanan Riyad, Libya, Mekke, El-Ezher, Medine, Bağdat, Ürdün, Ummu’l Kur’a, Kral Suud, Cidde, Irak ve Fas Üniversitesi mezunlarının durumlarının ne olacağını Bakanlık, Danıştay’a sormuştu...
Tamamı İmam Hatip liselerinde meslek dersleri, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerine giren öğretmenler için Danıştay demişti ki; “Ya Diyanet’e geçin, ya da MEB’in İdare Hizmetleri sınıfına!”
Yani açıkça deniliyordu ki;
“Öğretmenlik yapamazsınız!”
CHP’Lİ İNCE, O ZAMAN NEREDEYDİ?
Kime deniliyordu bu?..
“12 ya da 14 yıl öğretmenlik yapan” insanlara!..
Alın size 2000 yılından iki örnek:
¥ Eskişehir Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdür Yardımcısı ve 8 yıllık öğretmen Sami Ay, görevden alınarak aynı okula daktilo memuru yapıldı.
¥ Medine İslâm Üniversitesi mezunu Mehmet Aslan’ın 1986 yılında onaylanan diploması, 14 yıl aradan sonra geçersiz sayıldı ve öğretmenliğine son verildi.
Hemen hatırlatayım;
Sami Ay ve Mehmet Aslan gibi; benim bilebildiğim en az “114 öğretmen” vardı o zamanlar...
“Öğretmenlik”ten alınmışlardı!..
Muharrem İnce o zamanlar neredeydi acaba, niye bu ayrımcılığı sormamıştı;
“Bu zulmün sebebi ne?.. Denklik sorunu, YÖK’ün aklına 14 yıl sonra mı geldi?.. 14 yıl öğretmenlik yapan bir adamı; “sen artık öğretmen değilsin” diyerek öğrencilerden koparmak, alçakça bir zulüm değil midir?”
Bu soruyu Muharrem İnce’ler ve ensesi “kalın”lar sormadığı içindir ki; “öğretmenlik”ten alınan “ilahiyat mezunları”nın yerine, “Din ve Ahlâk Bilgisi” derslerine kimler girdi biliyor musunuz?..
“Müzik” hocaları!..
“Beden Eğitimi” hocaları!..
O zamanlar hiç kimse demedi ki; “Beden ve müzik hocası ne anlar din dersinden?!?”
O günlerde bu soruyu sormayanların, dolayısıyla “zulme destek” verenlerin, bugün kalkıp da “İlâhiyat mezunlarına ayrıcalık” iddiasında bulunmaya hakları yoktur!..
Herkes biliyor ki;
Ortada “ayrıcalık” yok, bir “açık” vardır ve şimdi o açık kapatılmaktadır!..
Eğer “ön yargılı” veya “ideolojik körlük” içinde olmasaydı, bu gerçeği Muharrem İnce de görürdü!..
Ama, nerdeee!..
Ahhh, o ideolojik bağnazlık!..
KILIÇDAROĞLU “YOK” DİYORSA, “VAR”DIR!
Madem “televizyon programı”yla başladık, o halde “televizyon programı”yla devam edelim.
Efendim, 18 Eylül günü de, CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Habertürk Televizyonu’nda Yiğit Bulut’un konuğu imiş!..
Her zamanki gibi; yine “bilgi”den, “belge”den ve “dayanak”tan yoksun konuşmuş!..
Atmış, tutmuş!..
Meselâ, “İstanbul’un 1/100 binlik plânı yok” demiş ki, tam bir “cehalet” örneği!..
Merak ediyorum;
Bay Kılıçdaroğlu, İstanbul’u ne kadar tanıyor acaba?.. “Kâğıthane”ye, “Kâğıttepe” diyecek kadar tanıyorsa, vah İstanbul’un haline, vah CHP’nin haline!.
Öyle ya;
Kılıçdaroğlu”’nun “yok” dediği “1/100 Binlik plân” onaylanmış ve halen yürürlüktedir!..
Öyle anlaşılıyor ki;
Bay Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’daki “dere ıslahı” çalışmalarından da haberi yok...
Hani, bir türkü vardır ya;
“Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun,
Gördün güzelleri, beni unuttun!”
Öyle anlaşılıyor ki; bay Kılıçdaroğlu, “Ankara’yı mesken tutalı” beri, İstanbul’u hepten unutmuş!..
Eğer unutmasa ve “atıp-tutma”ya başlamadan önce birazcık araştırma yapsaydı, görürdü ki; İstanbul’da “toplam 68 dere” bulunmaktadır ve Kadir Topbaş dönemine kadar, bunların “230 kilometre”si ıslah edilmiştir!..
Topbaş’ın “5 yıllık dönem”inde ise, “128 kilometre daha” dere ıslahı yapılmıştır!.. Böylece “ıslah” edilen dere uzunluğu “332 kilometre”ye ulaşmıştır!..
Dahası da var:
“İSKİ, 101.446 metresi İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ıslah edilen derelerde sadece kamulaştırma için ödenen bedel 181 milyon 812 bin liradır... 1994’den bugüne kadar dere ıslahları için yapılan yatırımların tutarı da 2 milyar lirayı bulmuştur.
Bu vesileyle şu hususu da aydınlığa kavuşturmak gerekiyor!.. Bay Kılıçdaroğlu, o programda; “Sel felâketinden sonra basın toplantısı yapıp, İstanbul’da bu olayı nasıl çözeceğini Kadir Topbaş değil, Veysel Eroğlu anlattı” gibi bir lâf etmiş ki, düpedüz palavra!..
Çünkü efendim;
Bildiğim kadarıyla İstanbul’da meydana gelen selden sonra Sayın Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında İstanbul’da, ilgili bakanların da katıldığı toplantılar yapılmış ve bundan sonra takip edilecek yol haritası belirlenmiştir.
Dere ıslahı ile İSKİ’nin yetkilendirilmesi, dere yataklarının ıslahı için alınacak tedbirler ve yeni düzenlemeler bu toplantılarda karara bağlanmış ve bu hususlar hem sayın Başbakan Erdoğan hem de Sayın Başkan Topbaş tarafından kamuoyuna açıklanmıştır.
İstanbul’daki dere ıslahları yetkisinin bir kanun ile İSKİ’ye devredilmesi kararına varılmıştır.
Buyrun, şimdi konuşun Bay Kılıçdaroğlu!..
Ama “atarak-tutarak” değil, “bilgiye dayalı” olarak konuşun!..
Bu bilgileri, isterse kendisine ulaştırabilirim diyeceğim ama, sanıyorum, bu bilgiler şu anda kendi elinde de mevcuttur... Bay Kılıçdaroğlu; İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanı Faruk Yanardağ’ın gönderdiği “açıklama”yı okursa, en azından “ideolojik bağnazlık”tan kurtulur!..
İSKİ VE TOPBAŞ, NİYE DÂVÂLIK?
O açıklamayı okursa; “İSKİ”nin, Başkan Topbaş’la niye dâvâlık olduğunu” da öğrenir!..
Evet, İSKİ, “Başkan Topbaş’la dâvâlık”tır!..
Ama, niye?..
İSKİ’nin, 5216 sayılı Yasa gereği Büyükşehir Belediyesi’ne açtığı dâvâlar; “belde ve ilçe belediyeleri Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı değilken yapılan planlar”la ilgilidir!.. Oysa; söz konusu yasa ile, “Büyükşehir sınırlarına dahil edilen” ilçe ve belde belediyeleri ile, Büyükşehir’in sınırları 3.5 kat büyümüştür!..
Yani, İSKİ’nin açtığı dâvâlar Kadir Topbaş’a değil, “ilçe ve belde belediyelerinin yaptığı planlar”a yöneliktir!..
O belde ve ilçeler Büyükşehir’e dahil olunca, dâvâlar da otomatikman Büyükşehir’e açılmış gibi görünmektedir!..
İSKİ’nin, “Havza Yönetmeliği” gereği açtığı davaları “Başkan Topbaş’a açılmış gibi” göstermek ne dürüstlüğe sığar, ne de insanlığa!..
Bunu, “politikacı” bile yapmaz!..
DEVE DEMİŞ YA, NEREM DOĞRU?
Gelelim “Çağ Eğitim Kurumları” ile ilgili sözlerine... Bay Kılıçdaroğlu, bu konuda da “bilgi” sahibi olmadan “kanaat” ifade etmiştir ki; içine düştüğü komikliği kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Efendim, gerçek şu:
Toplam alanı 114 bin 500 metrekare olan ve 30 bin metrekaresi Maliye Bakanlığı’nca Çağ Eğitim Kurumları’na kiralanan bu arazi, Hazine’ye aittir ve 49 yıllığına kiralanmıştır.
İSKİ’nin olumsuz görüşü ve itirazı yoktur.
İSKİ’nin “dere yan duvarlarından itibaren sağında ve solunda 25’er metre olmak üzere toplam 50 metre alan ayrılmalı” görüşüne uyulmuştur.
Bilmiyorum daha fazla söze hacet var mı?..
Hani, “deve”ye sormuşlar ya;
“Boynun neden eğri?”
O da cevap vermiş ya;
“Nerem doğru ki?!?”
Bay Kılıçdaroğlu’nun “bilgi”leri de böyle...
Hepsi eğri, hepsi yamuk, hepsi palavra!..
“Otobüs”lerle ilgili sözleri de palavra, Topbaş’ı “işgalcilik”le itham eden sözleri de!..
Hangi birini düzelteceksin!..
Sadece Kemal Kılıçdaroğlu değil, Muharrem İnce de öyle!. Tabii, diğer “CHP’liler”in de onlardan farkı yok!..
“Tek pencere”den baktıkları olaylara öyle bir kilitleniyorlar, öyle bir şartlanıyorlar ki; önlerine “kütüphane dolusu bilgi ve belge” sunsanız, yine de vazgeçmezler “inat”larından!..
Hele söyleyin, bir “hastalık” değil mi bu?..
==============
Erkek’ler-Ürkek’ler
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural; ABD’yi ziyaret eden Başbakan Tayyip Erdoğan’a yönelik muameleyi kınayıp, demiş ki; “Bu, ikinci çuval geçirme hadisesidir!”
Malûm, olay, “korumalar” arasında cereyan etti ve “yumruklaşma”ya kadar vardı!.. Ama; Başbakan Erdoğan’ın; kendi korumalarına müdahale eden “Obama’nın korumaları”ndan birine kızdığı, tepki gösterdiği ve hatta “elini tutarak geri ittiği” biliniyor...
Yani, ortada bir “çuval geçirme” yok, tam aksine “One Minute” tavrı var!..
Kaldı ki;
Bu “itiş-kakış”tan sonra sinirlenen Başbakan Erdoğan’ı yatıştırmak ve onun “gönlünü almak” yine ABD Başkanı Obama’ya düşmüştür... Malûm, Erdoğan’ın oturacağı “yemek masası” daha önceden belirlenmiş olmasına rağmen, onun gönlünü almak isteyen Obama, Erdoğan’ı “kendi masası”na davet etmiş ve birlikte yemek yemişlerdir!..
Sorarım size; Tayyip Bey “One Minute” tavrını sürdürmeseydi, Obama “alttan almak” zorunda kalır mıydı?..
Peki, “çuval geçirme” bunun neresinde?..
Keşke, bütün politikacılar, böyle “erkek” gibi olsa!..
Ama, bu tavrı “ürkek”lerden bekleyemeyiz!..