Hacı bey ve militancı Sabataycıya açık mektuplar
Açık Mektuplar
Bir Hacı beye: Hayal ipine kuruntu incileri diziyorsunuz. Para kazanmaktan, ticaretten anlıyorsunuz ama siyasetten hiç anlamıyorsunuz. Anlamadığınız halde, ille de ben bilirim diyorsunuz. Futbol takımı tutar gibi siyaset yapılmaz, bu gerçeği ne zaman kavrayacaksınız. Siyaset bir uzmanlık işidir. Siyasî kültür ister, sezgi ister, yüksekten bakmak ve görmek ister. Ehlullahtan bir zat size neler demişti? Niçin söz tutmuyorsunuz? Delidana gibi siyaset yapılmaz. Allah size akıl, fikir, firaset nasip etsin.
Bir militan Sabataycıya: Sanırım sizin cemaatin talihi bundan sonra yaver gitmeyecektir. Gelecekte sürprizlere ve soğuk duşlara mâruz kalacaksınız. Bazıları Türkiye bizim babamızın atamızın çiftliğidir, bizim Tekelistan'ımızdır diyorlar. Biraz dikkatli ve insaflı konuşsalar, iyi ederler. Türkiye onların babalarının atalarının çiftliği de bizim neyimiz? Biz bu vatana paraşütle indirilmedik. Bu memlekette bizim de haklarımız var. Hayır, Türkiye hiçbir zümrenin, lobinin çiftliği, sömürgesi değildir. Türkiye hepimizin vatanıdır. Türkiye'nin bir kimliği vardır. O kimlik de kesinlikle Sabataycılık kimliği değildir. Cemaatinize mensup yaşlı ve hırslı bazıları direniyor, diretiyor ama sanırım sürprizleri ve soğuk duşları önleyemeyecekler. Allah'ın dediği olur...
Bir Acemi Çaylak'a: Kendini şimdiden çok yüksek makam ve mevkilerde görüyor, devlet kuşunu çantada keklik sanıyorsun. Bu kadar ümitli ve havalı olmamanı tavsiye ederim. Midhat Paşa ikbal zamanında Bayezid Tavşantaşı'ndaki konağında gece geç vakitlere kadar yaranı ile içkili âlemler yapıyor, körkütük olunca koltukta harem kısmına geçerken peltek peltek "Hânedan-ı Âl-i Osman hayli saltanat sürdü, biraz da Âl-i Midhat sürsün" diyormuş. Sonra ne oldu? Çırağan sarayındaki odasında Kur'an okurken şehid edilen ammisi Sultan Abdülaziz'in intikamını alan Abdülhamid Han Yıldız mahkemesinde mahkum edilmesinden sonra onu Taif'e sürdü. Bu sürgün Midhat Paşa'nın hidayetine vesile oldu. Hâfızdı, hıfzını unutmuştu. Orada tekrar hafız oldu, namaza başladı. Dünyası berbat olmuştu ama inşaallah âhiretini kurtarmıştır. Dünya saltanatı ve ikbali böyledir işte. Ya devlet başa, ya kuzgun leşe demişler tevekkeli...
Bir radikale: Seni yirmi küsur senedir görmemiştim. Eskiden canavar gibi bir radikaldin. Konuşmaya başlayınca mangalda kül bırakmıyordun. Astığın astık, kestiğin kestikti. Bu düzen bozuktu, bu devlet bozuktu, taraftarları münâfıktı, kâfirdi, müşrikti. Birkaç hafta önce bir toplantıda seni gösterdiler, tanıyamadım. İyice semirmiştin. Artık radikallik falan yapmıyormuşsun. Düzenin rantlarını yiyerek hayli zengin olmuşsun, yağlı düzen kemikleri yiyormuşsun. Desene sen de düzen-baz oldun çıktın...
Ünlü bir reformcuya: Hoca, dünyada işin iş ama âhiretin o kadar parlak mı acaba? Kendi kafana göre bir Müslümanlık türetmek için çırpınıyorsun. Reform falan derken doların milyonlarıyla zengin oldun? "Müslümanların inandığı ilmihal Müslümanlığı bozuk, benim anlattığım din doğrudur" diyormuşsun. Peygambere de istirahat vermişsin. "O bir postacı idi, öldükten sonra işi bitmiştir. Sünnet ve hadîsler dinimizin kaynağı değildir" gibi bozuk laflar ediyormuşsun. Peki Peygamberi bırakıp da kimin peşinden gideceğiz? Senin mi? Biz Müslümanlar aklımızı peynir ekmekle yemedik..
Bir türediye: Koru içindeki şahane köşkünün şöminelerinde kış günleri Afrika'dan ithal edilen pahalı odunlar yakıyormuşsun. Niçin yerli odun değil de ithal Afrika odunu. Çünkü bu ikinciler yanarken müzikal çıtırtılar çıkartıyormuş. Sadece şöminede odunlar yanmıyor, şu zavallı ülke için, şu perişan halk için, şu devlet için senin de için cayır cayır yanıyor. Bu yangına can dayanmaz. Yanasın inşaallah!
Bir hortumcuya: Bu millet senin kadr ü kıymetini bilmiyor, anlamıyor. Koskoca bir bankanın dibini deldin, içini boşalttın, milyar doları cebellezi ettin; yaranamadın. Yıllar boyunca halkın mukaddesatına, dinine söğüp saydın; yine yaranamadın. Milyonlarca dolarlık lüks ve şahane yatınla dünya deryalarını köpürterek gezip tozdun; yine yaranamadın. Senin ne kötü talihin varmış...
Eski bir bürokrata: Ömrün boyunca hiç ticaret, üretim, hizmet işleri yapmadın. Maaşından başka gelirin olmadı. Aileden kalma bir şey de yoktu. Peki şu anda milyonlarca dolarlık bir servete sahipsin. Acaba bunları nasıl elde ettin diye sorsak ayıp mı etmiş oluruz?
Bazı ilgili ve bilgili kişilere: Birtakım Anadolu şehirlerinde sadece duvarları kalmış kilise harabelerini tamir ettiriyorsunuz. Halbuki bu şehirlerde bir tek Hıristiyan yaşamıyor. İleride bu kiliseler şenlensin diye Hıristiyan İthal etmeyi mi düşünüyorsunuz?
Büyük şairlere, büyük düşünürlere esintiler gelir. Bütün yazdıkları öyle olmasa bile, zaman zaman evrensel hikmet parıltıları taşıyan fikirleri olur. Meselâ Alman şairi Goethe bir kıt'asında şöyle diyor:
Vaizler, verdikleri öğütleri önce kendileri tutsalar,
Şu dünyada ne güzel dirlik düzenlik olur...
Herkes kendi kapısının önünü süpürse,
Şehir ne kadar temiz ve pak olur...
Evet, şehrinin ve ülkesinin temiz olmasını isteyen önce kendi hânesinin ve işyerinin önünü temizlemelidir. "Ben çöpçü değilim, kapımın önündeki pisliği temizleyemem" diyenlerin yaptıkları temizlik edebiyatı ancak kuru laftan ibarettir.
Halkın temizliği hakkında da çok konuşuyoruz. Peki kendimiz ne kadar temiziz? Niçin önce kendi içimizi ve işlerimizi temizlemiyoruz?