Ertuğrul Gazi’den Ertuğrul Osman’a; Son Osmanlı...
Birkaç gün önce gazete ve ajanslarda bir haber vardı. Mao’nun torunu, Çin ordusunun en genç generali olmuştu. Böylece Mao’dan Mao’ya bir silsile ve zincir oluşmuştur. Ertesinde son hanedanlığımız olan Osmanlı’nın en son fertlerinden ve mensuplarından Ertuğrul Osman’ın vefat haberini aldık. Lâkin ayrıntısıyla ilgilenememiştik. Doğrusu Kazak heyeti ve dostlarımız olmasaydı, herhalde cenazeye katılamayacaktım. Zira doğrusu -belki aybımız- cenaze namazının nerede kılınacağını ve defin işleminin nerede yapılacağını bilmiyordum. Daha doğrusu, Osmanlı hanedanı yıllar yılı yurda uzak kaldığından dolayı, onlarla ilgili haberlere kulaklarımız paslanmış ve uzaktan yakına geldikleri gerçek olsa da henüz algı ve telakki düzeyine erişmemişti. Bundan dolayı şuuraltında onların bir gurbet memleketinde daha doğrusu gayyasında sessiz sedasız defnedileceğini tasavvur etmiştim. Bundan dolayı Hoca Ahmed Yesevi Vakfı’ndan arkadaşların uyarıları olmasaydı, herhalde cenaze namazını fevt ederdik/kaçırırdık. Onların zamanında müdahalesi ve uyarısı sayesinde son Osmanlı’nın teşyi ve tevdiine yetişebildik. Gerçekten de geçmiş Ramazan ayı benim için Kazak ayı oldu. Bağcılar Belediyesi’nden bir heyetle birlikte Kazakistan’a gittik ve Kadir Gecesi’nde onlarla birlikte olduk. Ardından son hanedan Osmanlı’nın son üyelerinden birinin cenaze ve teşyiinde de yine birlikte olduk. Cenazede Abdurrahman Cevher ve Bedreddin Sümer ile Alimcan Bugda beyler vardı. Cumartesi günü seri bir biçimde yazımı yazdıktan sonra cenazeye yetişmek üzere çevik davrandım ve umumi vasıtalarla önce Cevizlibağ’a kadar vardım ve oradan hafif metroya bindim. Orada eski ve eskimez dostlardan Zaman Gazetesi Arşiv Müdürü Hüseyin Gülle Bey’le karşılaştık. O da Sultanahmet’e gidiyormuş.
•
Tam da ezan-ı Muhammedi okunurken caminin haziresine ve bahçesine vardık. Rahat bir biçimde içeriye süzüldük ve küçük bir mahfil kenarına ilişip namazı beklemeye koyulduk. Kalk komutuyla birlikte sünnetleri eda ettik. Önümde bir maket bulunuyordu, maketi Sultanahmet Camii maketi sandım; meğerse Medine-i Münevvere’deki Hazreti Peygamberin (s.a.v) mescidinin maketi imiş. Orada farzı da eda ettik ve cenaze namazını kılmak için bahçeye çıktık. Kalabalık beklendiği kadar değildi. Kazak heyeti de çıkışta buna dikkat çekti. Ben bunu dikkatlerin dağınık olmasına yordum. Ben bile cenaze namazına kazara yetişmiştim. Gereksiz çeşitlilik yoğunlaşmaya engel olmakta, fikrî ve zihnî dağınıklığı artırmaktadır. Bilindiği gibi, Osmanlı bütünlüğünü Mızraklı İlmihal, Envaru’l Aşikin, Muhammediye ve Ahmediye gibi az sayıda ortak kitaba borçludur ve bu kitaplar halkın İslâm anlayışının temel kaynaklarını teşkil etmiştir. Turgut Özal ise gazeteleri 2.5 sayısına indirmek isterken özel kanalların sayısını düzinenin üzerine çıkarmıştır ve bunun Türkiye’ye hiçbir faydası olmamıştır. Aksine dünyada en seviyesi düşük kanallar Türkiye’dedir. Bu kadar kanal bolluğu fikrî dağınıklığa neden olmaktadır. Yapılması gereken, tematik ve ihtisas kanalları dışında umumi kanalları sınırlandırmaktır. Sözgelimi, bir Arap sadece el-Cezire’yi seyrederek Arap dünyası ve dünyadan haberdar olabilir. Lâkin bizde bütün kanalları seyretse bile aksine meramına ulaşmaktan ziyade meramından kopacaktır.
•
Cenazede birçok sima ile karşılaştık ve ilgi-alaka tazeleme imkânı bulduk. Onun ötesinde gazetemiz yazarlarından ve tarihçiliği ile temayüz eden Metin Hasırcı Bey’le karşılaştık ve selamlaştık. Bursa-İnegöl hattı Metin Hasırcı Bey’le ortak mekânlarımızdan sayılır. Yine değerli yazarlarımızdan Şevket Eygi Bey’le de yüzyüze geldik ve musafaha yaptık. Namazdan sonra yaşayan son meşayıhtan Mahmut Ustaosmanoğlu ile birlikte hareket eden bir kafile göze çarpıyordu. Türk Ocağı’nın bulunduğu defin yerine kadar geldim ve uzaktan işlemleri oradan takip etmekle yetindim. Ardından Alman Çeşmesi’nin dibinde bizim Kazak heyetle buluştuk ve Güneşli’de bulunan merkezlerini ziyaret ettik. Birlikte hasbihal ettik ve Türk-İslâm dünyasının ortak meselelerine eğildik. Kazakistan yoldaşı Abdurrahman Cevher erken ayrılmıştı ve Bedreddin Sümer ile Alimcan Bugda gibi arkadaşlarla hoşça vakit geçirdik. Ortak dertlerimizi paylaştık.
Evet, Ertuğrul Gazi’den Ertuğrul Osman Bey’e uzanan çizgi, kaderin hoş bir cilvesi olsa gerek. Ertuğrul Gazi, kuruluş öncesinin ricalindendir. Öncü kuşaktandır. Ertuğrul Osman Bey ise yıkılış neslinin fertlerindendir. Cenazeye katılmadan önce Hindistanlı meşhur Osmanlı tarihçisi Feroz Ahmet Bey’in Akşam gazetesinden Nagehan Alçı ile birlikte yaptığı sohbeti okumuştum. Cenazeyi ve onun ötesinde yaşanılanları anlamak için herkese bu sohbeti hararetle tavsiye ederim.
Bir anekdotla yazıya nokta koyalım. Hüseyin Gülle Bey bilhassa vurgulamamı istedi. Osmanlı hanedanı, şahsi ikbal peşinde koşmamıştır. Aksine, onlar Müslümanların ve insanlığın maslahatını, hanedanlığın maslahatının üzerinde tutmuşlar ve bununla mesut ve bahtiyar olmuşlardır. Diğerkamlık ve fedakârlıklarıyla belki de acılarını bir nebze hafifletmişler ve Süleyman Aleyhisselam kıssasındaki gibi gerçek ana hüviyetinde davranmışlar ve gerektiğinde bağırlarına taş basarak çocukları için kendilerini feda etmişlerdir. Allah, Müslümanların son hanedanının son ferdine rahmetini esirgemeye...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.