'Gözlerimizi oyuyorlar', sonra da; ‘bunlar kör bir halk!' diyorlar
*Gazze’nin mazlûm ve dirençli müslümanlarıyla yürek birliği: Gazze’deki 2 milyona yakın müslüman Filistin’liye siyonist İsrail rejiminin uyguladığı ve onları ‘ekmek, su, ilaç ve elektrik’ gibi en zarurî ihtiyaç maddelerine ulaşmaktan bile mahrum bırakıp; bu halkı, sonunda, İsrail rejiminin itaatkâr ve sâdık dost hizmetçisi durumundaki ve de kağıd üzerinde Filistin Devlet Başkanı statüsünde bulunan (laik) Mahmûd Abbâs’a teslim olmaya zorluyor.. Bu muhasara trajedisi, en insafsız ve vicdansız şekliyle devam ederken, başta yüzmilyarlarca dolarlık petrol servetlerine sahib arab rejimleri olmak üzere, halkı müslüman birçok ülkenin yöneticilerinden bir itiraz yükselmiyor.. Bu konuda sadece İran, Türkiye ve biraz da Suriye yöneticileri Filistin halkıyla hemdertlik eyliyor..
Geçmişte, Nazi Almanyası’nda kendilerine uygulanan zulüm yöntemlerini daha geliştirerek, onu, en modern zulüm sahneleri halinde, savunmasız ve mazlûm Filistin halkına karşı kullanan siyonist yahudiler ve onların İsrail isimli rejimine karşı, bugün, 30’dan fazla ülkede, protesto gösterileri yapılacak..
İstanbul’da da, bugün saat 12.00’den itibaren, Fatih-Saraçhane Meydanı’nda Gazze için özgür-Der’in davetiyle, bir miting yapılacak.. Gazze’nin bütün yokluklara, ateşle imtihanlara rağmen, insan hak ve özgürlüklerinden yana olan her insanın yüzakı olacak şekilde direnen ve teslim olmayan müslüman halkının yanında olduğumuzu göstermek için, bugün Saraçhane’de buluşalım..
‘Mitingle, gösteriyle ne olacak?’ demeyelim; Nemrud’un ateşe attığı Hz. İbrahîm’i desteklemek için, feryad u figan eden serçeye söylettirilen, ‘Dünya-âlem bilsin ki, ben İbrahîm’in yanındayım..’ mânasını ruhlarımızda filizlendirip, hançerelerimizde yükseltelim.
Yalnız, burada, hatırlamalıyız ki, itiraz ve nefretimiz, bütün yahudilere değil, işgalci-gaasıb siyonist yahudilere ve onların destekçilerinedir; 60 yıldır Filistin’de bir işgal ve gasb üzerinde varlığını sürdüren siyonist İsrail rejiminedir.. Biz müslümanız ve başkalarının zulüm yapması, bizim adâletten ayrılmamıza vesile olamaz..
*Malcolm X’in mücadelesinin rûhunu kavrayabiliyor muyuz?
21 Şubat günü, Malcolm X’in (inşaallah) şehid oluşunun, öldürülüşünün 43. yıldönümü idi.. Malcolm X, siyah insanlara beyazların yaptığı zulümlerin en korkuncunu bizzat yaşamış ve küçücuk çocukken, babasının, kendi gözleri önünde nasıl öldürüldüğünü görmüştü..
Bu çocuk, daha sonra, o beyaz insanların dünyasına duyduğu hınç ile karanlık ilişkilere girecek ve sonunda da, bir gangster olarak zindana düşecekti.. Ama, zindan onun, kıyısından köşesinden de olsa İslâm’la tanışmasına vesile olacaktı.. Birtakım imanî arınma merhalelerinden geçtikten sonra, Malcolm X, artık, yepyeni bir insandı.. O kadar ki, siyah insanlara yapılan beyaz zulmüne karşı geliştirdiği mücadele, Amerikan sistemini tehdid edecek boyuta ulaşınca, kendisinin arınmasından nasibini alamamış eski arkadaşları ve Amerikan servislerinin işbirliğiyle, bir konferansı sırasında katledilecekti.. Malcolm X (sonraları aldığı isimle, Mâlik eş’Şabâz) gökkubbemizde hoş bir sadâ bırakan bir isimdi ve mesajı, hâlâ da her özgürlükçü insanın ruhunda yankı bulabiliyor..
Onun, ‘emperyalistler gözlerimizi oyuyorlar, sonra da, bizim hiçbir şeyi anlamayan geri kalmış, önünü göremeyen halklar olduğumuzu söylüyorlar..’ şeklindeki tesbiti, dünya müslümanlarına emperyalizm tarafından bugün de uygulanan bir şeytanî taktik değil midir?
*İslâm vakıfları üzerindeki laik tasallut ne zaman kalkacak?
Vakıf (vaqf), bir mülkün, maddî semeresi olan bir emeğin, bir servetin, sahibi/sahibleri tarafından, gelecekteki bütün gelirleriyle birlikte, hayırlı olduğuna inanılan bir hedefin gerçekleştirilmesi için tahsis edilmesi şeklindeki hukukî bir işlemdir.
Bizim medeniyetimiz, geniş çapta bir ‘vakıf medeniyeti’dir.. Hattâ o kadar ki, dağlardaki yabanî hayvanların aç kalmaması için, onlara yemlikler yapılmasına tahsis edilmiş vakıflar bile vardır.. (Elbette, mülkün aile elinden çıkmaması için, mütevelli /devam ettirici’lerinin, babadan oğula geçtiği, aile şirketleri haline dönüşen suiistimal örnekleri varsa da, bunlar sınırlıdır..) Geçmişte, Osmanlı ülkesinde, arazinin yarıya yakın bir kısmının vakıf arazisi olduğu dahi ileri sürülüyor.. Kezâ, arazi dışındaki nice gelir kaynakları da vakıf idi..
Osmanlı’nın dağılmasından sonra.. Diğer coğrafyalarda kalan vakıflar başka rejim ve güç odaklarının elinde yağmalandı-gitti.. Türkiye’de olanlara ise, ‘laik TC. rejimi’ elkoyup, onlar, laik temellere bağlı yeni bir sermayedar sınıf oluşturulması için, nicelerine peşkeş çekildi..
Halbuki, müslüman insanların yapmış oldukları vakıflardan, laik bir rejime ne? Ve ilginçtir, bu tasallutun mâzur gösterilmesi için ülkedeki ‘gayrimuslim vakıfları’na da elkonulmuştu.
Avrupa Birliği, kendisine üye olmak için çırpınan laik TC. rejiminden, geçmişte, elkonulmuş olan ‘gayrimuslim vakıfları’nın sahibi olan hayır kuruluşlarına iadesini istiyordu; nicedir..
Bu hususta, bugünlerde bir kanun çıkarıldı ve gürültüler de yükseldi, ‘Hain odakların eline imkan verilecek..’ diye..
Halbuki, her bir devlet, kendi bünyesi içinde, konusu ve hedefi suç olmayan vakıfları bir de teşvik eder.. Eğer ortada birtakım suistimaller, kötüye kullanmalar varsa, o, sizin bunları devlet olarak kontrol edemeyişinizden kaynaklanıyor demektir.. Osmanlı’nın son döneminde, bu kontrol maalesef yapılamamış ve bedeli ağır ödenen birçok suistimaller olmuştur.. Ama, birtakım suistimal iddia/ihtimalleri sözkonusu diye, bir hakkın özüne dokunulamaz..
Bu bakımdan, Meclis’te, tarafların birbirini vatan hainliğine kadar ağır suçlamalar yaparak kabul edilen bu son kanunda asıl yaklaşılması gereken yön, başka olmalıydı.
Müslüman vakıflarının ne olduğu/olacağı ve onlar üzerindeki laik tasallutun nasıl kaldırılacağı olmalıydı, asıl tartışılması gereken.. Ve herhalde, müslüman vakıflarının durumunun düzeltilmesi için de, AB’den himmet beklenecek değildir.
Evet, ‘gayrimuslim’ler de kendi inançları doğrultusunda hayırlı olduğuna inandıkları ve konusu ve hedefi ülkenin kamu düzenine aykırı düşmeyecek olan vakıflar kurabilirler..
Bu vesileyle, Osmanlı zamanında tesis edilmiş ve bugün ülke sınırları dışında kalmış olan müslüman vakıflarının durumlarını, o ülkelerle müzakere edip, onların, aslî sahiblerine iade ve canlandırılmasını kendimize vazife edinmeli değil miyiz?. Hattâ, laik rejim de, bütün inançlara tarafsız olduğu iddiasında samimî olmak istiyorsa; bu hususta, müslüman vatandaşlarının bu yöndeki çabalarına diplomatik destek vermeli değil midir? Kaldı ki, TC. rejimi, ‘Osmanlı’nın hukukî işlemlerinin uluslararası hukuk açısından muhatab ve takibcisi’dir. Ama, öncelikli konu, ‘müslüman vakıfları’ üzerindeki laik tasallutun da kaldırılmasıdır..
Asıl düşünülmesi ve tartışılması gereken konu budur; buna var mıyız?