HAKK’I KETM ETMEMEK
“..Her şey bir yana bizzat Şehzade Abdülmecid Efendi’nin yaptığı resimler bunun tartışmasız kanıtlarıdır: Harem de Beethoven de onundur, tıpkı Vermeer’in resminde olduğu gibi etrafındakilere coğrafya dersi veren bir şahsın gösterildiği, haritaların, kürelerin, kitapların görüldüğü tablo da. Saray kapılarını bir kere daha dünyaya açmıştır ve şunu unutmamak gerekir ki, Kurtuluş Savaşı’nı yapan genç generaller bu modernleşmenin ürünü oldukları için hem o savaş kazanıldı hem de savaştan sonra Batılılaşma-modernleşme aksında bir devlet oluşturuldu. Bugün de aynı gerçek dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bu hanedanda devam ediyor. Yukarıda da anlattığım ‘farklılıklarıyla’ söz konusu modernleşmenin devamıdır onlar. Bu toplumdan çok daha modern oldukları bir gerçektir. Hatta bunun onları bir dereceye kadar topluma yabancılaştırdığı da niçin öne sürülmesin? Ama biz, şimdi, halk ve ‘bir kısım’ münevver olarak onlara Osmanlı - İslâm misyonu yüklüyoruz. Cenazede, imam ‘onlar haklarını helal etti mi, bilmem’ diyor. Onlar bile şaşıyor galiba!” Demekte Sayın Hasan Bülent Kahraman yazısında.
Evvelâ biz burada yazara bu vefata ve cenaze merasimine TV’den de olsa bigâne kalmadığı hasebi ile tebrik ederiz. Sen kimsin de tebrik ediyorsun? Denirse; o mevzuda kalem oynatan Sayın Kahraman’ın fenomenden etkilendiği intibaını edindiğimden diye cevap veririm.
Efendim; Sayın Kahraman cidden mükemmel bir ressam olan TBMM’nin Halife ilân ettiği Sultan Azizzâde Abdülmecid Efendi Hazretlerini yine aynı meclis 3/Mart/1924’de aldığı kararla halifeliğin kaldırılması ve de hanedanın bütün üyelerinin yurtdışına çıkarılmasını, halife görevinde bulunmuş olduğunu sehven unutmuş addetmek isterken, dünya târihine, devlet evraklarına, tebânın hafızasında, saltanat yönü kaldırılmış İslâm hâlifesi dönemi yaşadığı bir vakıadır bundan dolayıdır ki, yazar tarafından şehzâde titri ile yâd etmek yerine son Halife Abdülmecid Efendi demesi daha isabetli olurdu diyorum ve hatırlatmayı hakikate bağlılığın gereği sayıyorum.
Bu arada bir rivayete göre de, Sultan Vahideddin’in yurtdışına gitmesindeki rol sahiplerinden bulunduğu söylenen, Hekimi Reşad Paşa’nın; vatandan çıkıştan sonra birkaç ay geçince ülkeye geri dönüleceğine Sultan Vahideddin’i ikna ettiği iddiası, Sultan Abdülhamid’in 18 yıl Şeyhülislâmlığını yapan Cemaleddin Efendinin oğlu Muhtar Bey’in İhkak-ı Hak adlı risalesinde yer almaktadır. Reşat Paşa’nın intihar ettiği de aynı risalede yer almaktadır. Keçecizâdeler’den Salih Fuad Bey, Reşad Paşanın damadı idi ve kaimpederinin hem de Sultan Vahideddin’in azmettirmesiyle öldüttürüldüğü iddiasını ileri sürmüştür. Sultan Vahideddin’in, boşamış olduğu hanımının kardeşi olan sabık kaymakamlardan Zeki Bey, padişahken mâiyetinde durduğu Vahideddin Han’dan vatancüda oluşu esnasında ayrılmamakla beraber, kendisini haylice üzmüştür ki, Reşad Paşa’nın intiharından dolayı mahalli polis şüpheli gördüğü Zeki Bey’i soruşturma ve ifadeye tâbi tutmuş fakat suçluluğu ispat olunamamıştır. Nitekim; Muhtar Bey de; İhkak-ı Hakk adlı risalesinde Reşad Paşa’nın geçen zaman diliminde Ankara’nın geri çağırmasını tatbike koymadığını gördükçe, padişahı gidişe râzı etmekteki yüklendiği mesuliyet-i mâneviye, kederlenmesine bu hususta da kızına yazdığı mektuplarla dert yanıp, yanlışını itiraf ettiğini belirtiyor… Neyse bizim burada söylemek istediğimiz bunlar olmayıp, Sultan Vahideddin’in Amucazâdesi, TBMM’ce halife seçilen Abdülmecid Efendiye, kuvvete amir olmayan hilafetin, diğer bir deyimle icranın elinde olmadığı bir hilafetin, sembolik olacağını, bu yüzden böyle bir hilafet teklifini ret etmesi gerektiğini, kendilerine hatırlattığı rivayeti de yaygındır.
Belki; Halife Abdülmecid Efendi’nin şimdilik böyle idâre edelim. Milletimiz Müslümandır, Halifenin selahiyetinin ketmedilmesi hususunu, eski satvetine ulaştırma yolunda ortaya irade koyacağını düşünmüş olmalı ki, hilafeti elinden bırakmamış olan Vahideddin Hân’ın hatırlatmasına kulak asmamış kendi anlayışı içinde TBMM’ce verilen göreve girişmiştir. Sultan Vahideddin Hân, hilafetin kendi selahiyetinde olduğunu ifade ederek, halifelik sıfatından istifa etmeyerek elinde tuttuğu iddiasını vefatına kadar sürdürmüştür. Günü gelmiş: Vahideddin - Abdülmecid arasında ittifak hâsıl olsa, hanedanın mâli sıkıntısının sona ereceği hâller ortadan kalkacakken, bu mukaddes makamın, Vahideddin Hân tarafından, ruhbaniyete döndürülmüş bir hilafet tarzına müsaade etmemesi, hilafeti nezdinde bulundurması ile kabil olabilmiştir. Ankara, bâzı merasimlerde Halife Abdülmecid Efendiye ahalinin gösterdiği bilhassa selamlık merasimlerindeki muhabbet izharı; devrin idarecilerini hilafeti de kaldıralım. Salahiyetlerini de, TBMM’nin gücünde mündemiç kılmak suretiyle çözelim siyasetine yöneltmiştir.
Gerek saltanatlı, gerekse saltanatsız halifenin, hanedan mensuplarının geçim meselesini halledecek olan mâli problemi ortadan kaldıracak imkân üzerinde tasarruf sahibi olamayışları emanet olan bu makama zarar vermemek için gerek kendilerinin, gerekse dünya hanedanları içerisinde namusu mücessem, vatan sevgileri sonsuz, İslâm’a itikat ve ibadetleriyle bağlılıkları kimsenin inkâr edemeyeceği her insaf sahibinin teslim ettiği hâl olan Hânedan-ı Â’lî Osman bir “Dürrü Yekta”dır. Yâni biricik incidir.
Onların; çektiği hayat acıları, insanlık âleminin her köşesinde çekilen acılardan belki farksızdı. Ancak onlar, asil kimseler olup, bunlara katlanmasını bildiler. Kadir Mısıroğlu’nun yazdığı “Osmanoğullarının Dramı” adlı kitap her müslümanın okuması gereken bir serencâmdır. O satırları nakleden Kadir Beyefendi, kaç kilo gözyaşı döktü acaba hiç düşünen oldu mu? Ajans5’deki yazımda belirttiğim “Acı Bir Anı” başlıklı bölümü buraya da aktararak yazımı tamamlamış olayım.
ACI BİR ANI
1997 senesinde Suriye’de vefat eden Sultan Mehmed Reşad’ın torunlarından bir hanımefendi, beni Eyyübsultan’da, Dede’min türbesine defn ediniz, diye vasiyette bulunmuş. Ülkemizde de, 54. Hükümet, Refah/Yol da denilen koalisyon hükümettir. Başbakan Prof. Dr. Necmeddin Erbakan’dır. Başbakan yardımcısı da Tansu Çiller idi. Durum Ankara’ya bildirilir, türbeye defin için hükümet kararnamesi gerekmektedir. Başbakan; derhal kararnamenin hazırlanmasını ister. İmzalar atılır. Ancak kararname tekemmül etmemiştir. Çünkü DYP’den; Yıldırım Aktuna ve Ayfer Yılmaz hanım imzalamayacaklarını ifade ederler. Cenaze ortada kalmış. Beşiktaş Sinan Paşa Câmii’nde beklemektedir. Duyduğumuz kadarıyla Erbakan Hoca; cenaze namazını Beşiktaş’ta kılınız. Türbeye götürüp defn edin, biz kararnameyi tekemmül ettiririz demiş. Beşiktaş’taki cenaze namazından sonra cemaat dağılmış ve birkaç arabayla Eyüpsultan sahilindeki Sultan Reşat Türbesine gidildiği, arabalardan inen mensubin-i hanedandan her biri yaşlı zevat, tabutu indirecek güçte bile değiller. Kameramanlar, fotomuhabirleri yâni basın mensubu işe girişmişler ve defni yapmışlar. Bunda da hiçbir gazete mensubu bir çekince göstermemiş. Fiemanillah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.