Bay Baykal’ın sözleri nasıl okunmalı?
Bizim meslekte, “haber, haberi yer” şeklinde bir kural vardır... “Manşet” veya “sürmanşet” yapılmasına karar verilen bir haber, “daha büyük bir haber” geldiğinde; ya “çöpe manşet” olur, ya da “beklemeye” alınır... Bazen öyle olur ki; “sayfa plânı”nda haberinin “manşet” olduğunu görüp sevinen bir muhabir, ertesi günü gazetede haberini göremeyince şaşırır!.. Çünkü, “daha büyük bir haber” gelmiş, onun haberi sayfadan çıkarılmıştır... Artık “çöpe manşet” mi olur, bir başka gün mü manşet olur, orası belli olmaz!.. “Gazeteler” için geçerli olan bu kural, “yazarlar” için de geçerlidir... Bir yazar; bazen “yazmayı düşündüğü” ve hatta “kurgu”sunu yaptığı yazıdan son anda vazgeçebilir... Çünkü, “daha aktüel bir gelişme” olmuştur ve yazar onu “ıskalamak” istemez!..
Açık söyleyeyim;
Önceki günkü gazeteleri okurken, “haberler”den ve “köşe yazıları”ndan bazı notlar almıştım... Niyetim; “CHP’liler”in adının karıştığı “Bamya”lardan ve Çankaya’daki “Yamyam”lardan hareketle, tartışma gündemine oturan “manken Ece Gürsel”den ve “manken tarifeleri”nden söz etmekti... Tabiî, bu arada “Türkiye’yi terk eden Cem Uzan” olayını nasıl okumak gerektiğini, bu “kaçış”ın, “Ergenekon’un çöküşü” olarak yorumlanıp-yorumlanamayacağını sorgulayacaktım... Soracaktım; “Cem Uzan’a gaz verenler, şimdi nerede?..”
Ama, dedim ya;
“Haber, haberi yer” kuralı, “yazar” için de geçerli... Bazen, yazı da, yazıyı yiyor!..
Ben de, önceki gün aldığım “not”ları çöpe atıp, “yeni bir yazı” yazmaya karar verdim!.. Çünkü, şu anda, gündemde “daha önemli bir konu” var!..
GÜL’DEN GÜLLE GİBİ SÖZLER!
Dün, Meclis açıldı!..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Meclis’in açılışında yaptığı konuşmada, bana göre “gülle gibi sözler” sarfetti!..
Meselâ, şu sözler:
¥ “Hiç kimse, devleti ve rejimi korumak bahanesiyle hukuk dışına çıkamaz... Devletin; bir yüzeyde görünen, bir de derin ve görünmeyen yüzü olamaz.”
¥ “Yargı reformu, partizanca yaklaşımların konusu olmamalıdır.”
¥ “Hiç kimse, farklılıkların varlığını, millet içinde yeni millet adacıkları oluşturmak şeklinde anlamamalıdır. Böyle anlayanlar, toplum içinde derin fay kırıkları oluşturarak toplumsal mutabakata zarar verirler.”
¥ “Herkesi ilgilendiren siyasi meselelerde ‘partili’ olmakla ‘partizan’ olmak arasındaki çizgi, kalın bir şekilde çizilmelidir.”
Bu sözleri sarfeden Cumhurbaşkanı, şu anda “tartışma” gündeminde... Görev süresi “7 yıl” mı olacak, yoksa “5 yıl” mı?..
Bu tartışmalar devam ederken, gündeme “yeni bir tartışma” konusu daha geldi ki; işte bunu yazmak için, diğer konuları çöpe attım!..
BAYKAL’DAN PİŞMİŞ AŞA SOĞUK SU!
Olayı biliyor olmalısınız...
“5 yıl mı, 7 yıl mı?” tartışmaları devam ederken, CHP Genel Başkanı Bay Deniz Baykal, bir “teklif” yapıp, dedi ki;
“Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine biz karşı çıkmıştık... Halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanı, başkanlık ya da yarı başkanlık sisteminde olur.
Türkiye’nin; başkanlık sistemine geçecek noktaya gelinceye kadar parlamenter sistem ile yoluna devam etmesi gerekir. O nedenle de cumhurbaşkanını halkın değil meclisin seçmesi daha uygun olur. Eğer Meclis’te bir mutabakat sağlanırsa ve herkes bunu isterse, biz de bir anayasa değişikliğine destek verir ve o eski yola dönebiliriz.”
Baykal’ın bu sözleri, dünkü gazetelerde geniş şekilde yer aldı... Ama, bana göre, bu sözler, “pişmiş aşa soğuk su katmak”tan başka bir anlam taşımaz!..
“Eskiler” olsa, şöyle derlerdi:
“Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye!”
Ya da;
“Geçmişe mazi, yenmişe pazı denir!”
Baykal’ın sözleri, “masum bir teklif” gibi görünse de, “altında yatan sebepleri” çok iyi tahlil etmek gerekir!..
Baykal, niçin “halk seçmesin” demektedir!
Malûm, bu konu “Meclis’teki tıkanma” sebebiyle “Referandum”a götürülmüş ve halk, 21 Ekim 2007’de yüzde 69 çoğunlukla demiştir ki;
“Cumhurbaşkanı’nı ben seçeceğim!”
Niye demiştir?..
Çünkü, görmüştür ki; “367 katakullisi” ile “Meclis’in iradesine ipotek” konulmuştur!.. Çünkü, görmüştür ki; “Meclis ne derse desin, yoldaş yargının dediği olmakta”dır!..
Hem sonra;
Meselâ, “Demokratik Açılım” konusunda, Meclis’te “kapalı oturum” yapılmasına karşı çıkıp; “Milletten neyi gizliyorsunuz?.. Milletten niye kaçıyorsunuz?.. Açık oturum yapılsın ve millet her şeyi görsün!” diyeceksin, hem de Cumhurbaşkanı’nı “halkın seçmesi”ne karşı çıkıp, “Meclis seçsin” diyeceksin!..
Söyleyin hele, o zaman Meclis’e niye seçtirmediniz?..
“367 ucubeleri” neyin nesiydi?..
“e-muhtıra”lar niye yayınlandı?..
Anayasa Mahkemesi niye devreye girdi?..
Evet, madem “Meclis seçecek”ti; Meclis’in iradesine niye ipotek konuldu?..
Dedik ya;
Cumhurbaşkanı, “Meclis’e seç-ti-ril-me-di-ği” içindir ki, 21 Ekim 2007’de referanduma gidildi ve “halkın seçmesi” kabul edildi!..
O halde, bu ısrar niye?..
70 MİLYONA BASKI YAPMAK ZOR!
Bay Baykal, şöyle düşünmüş olabilir:
“Meclis’teki 550 milletvekilini kontrol etmek kolay!.. Sabih Kanadoğlu gibilerle, e-muhtıralarla veya Anayasa Mahkemesi ile 550 milletvekili üzerinde baskı kurulur ve biz istediğimiz adayı seçtirebiliriz!..
Ama, bu işi halka götürürsek, 70 milyon insana söz geçirmemiz mümkün olmaz!..”
Evet, evet; Baykal, böyle düşünmüş olmalı!..
Çünkü, CHP’liler, öteden beri sevmez “halk”ı!.. Partilerinin adında “Halk” olmasına rağmen, “halktan kopuk”turlar!..
İşin doğrusu, “halk” da onları sevmez!..
Öteden beri, “Halk” ile “Halk Partisi” arasında bir “problem” vardır!..
CHP’YE GÖRE, HALK “CAHİL”DİR!
Niye, biliyor musunuz;
Çünkü CHP’liler, “üniversitedeki profesör” ile “dağdaki çoban”ın oyunun aynı olamayacağını söylerler!..
Yani, “dağdaki çobanı” veya “sokaktaki çöpçü”yü “insan”dan saymazlar!..
Buyrun, size bazı örnekler:
CHP’li Cevdet Kerim İncedayı’nın 1950’li yıllardan önceki şu ifadeleri, “yabancılaşmış aydın”ın halkına bakışının tipik bir örneğidir:
“Memlekete demokrasinin gelmesini istiyorlar. Biz de istiyoruz. Ancak, bilhassa seçim günlerinde jandarma tedbirleri almazsak, cahil halk; reylerini Haso’ya, Memo’ya verir... Büyük Millet Meclisi’ne Hasoların, Memoların dolmasına sizin vicdanınız razı olur mu?”
Ya, şu örneğe ne dersiniz?..
1960’larda İstanbul Belediyesi, halka kapalı Florya Plajı’nı halka açıyor. Halk da kendisine tanınmış bu hakkı kullanabilmek için plajlara akın ediyor. Fakat kendilerini halktan ayrı görenler, halkın olduğu yere ayak basmamayı bir hayat tarzı olarak benimsemiş olduklarından; o gün denize giremiyorlar.
Buna çok bozulan bazı gazete patronları, olayı manşetten protesto ediyorlar.
Ertesi günün gazetelerinden birisinde şöyle bir manşet yer alıyor:
“Halk plajlara hücum edince, vatandaş denize giremedi.”
Buyrun, bir örnek daha;
Aynı zamanda “CHP Ankara İl Başkanı” da olan dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın 1944 yılında tutuklanan merhum Osman Yüksel Serdengeçti’ye söylediği şu söz, dönemin bürokrasi anlayışını en iyi şekilde yansıtıyordu.
“Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa onu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.”
Açık ve net söyleyelim;
“CHP’nin kökeni”ndeki “halka bakış” böyledir!.. Halen de öyledir!..
O kadar öyledir ki;
Son seçimlerde CHP’ye oy verenlerin “okumuş-aydın” oldukları, AK Parti’ye oy verenlerin ise “okumamış cahil” olduklarını yazan “CHP’li odun”lar ve “bidon kafa”lar bile çıkmıştır!..
Uzun lâfın kısası;
Bay Deniz Baykal’ın; “Cumhurbaşkanı’nı halk değil, Meclis seçsin” sözünün temelinde, işte bu “anlayış” yatmaktadır!..
Yani; Haso’lar ve Memo’lar seçmesin!.. Çünkü efendim; “halk” plajlara hücum edince, “vatandaş” denize giremez!..
Ve ayrıca;
Cumhurbaşkanı’nı “halk” seçerse, ona “söz geçirmek” mümkün olamaz!.. Ama “Meclis” seçerse, bir “katakulli” uydurulur!..
Ben, Baykal’ın sözlerini böyle okudum!..
Malûm, ben de “cahil”lerdenim!..
Adı üstünde, “Haso”yum!..
==============
İkinci Sarıkaya olayı mı?
Haberi ilk duyduğumda; “Yeni bir Ferhat Sarıkaya olayı mı?” demekten kendimi alamadım... Malûm, hazırladığı “iddianame”de, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın ismine de yer verdiği için, Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın görevine son verilmiş, “avukatlık yapması bile yasak”lanmıştı!..
Dün öğrendim ki; “Güneydoğu’daki faili meçhul cinayet”lerle ilgili bir “iddianame” hazırlayan ve iddianamesinde “Albay Cemal Temizöz için 9 defa ağırlaştırılmış hapis cezası” talep eden Diyarbakır Savcısı Ergün Tokgöz görevden alınmış!.. Daha doğrusu, “bu olayın dosyası” alınmış elinden!..
Gerekçe de, çok enteresan:
“Savcı Bey’in iş yükü gereğinden fazla ağırdı!”
İyi de babam;
“İş yükü ağır” ise, yapılacak iş gayet basittir: “Diğer dosyaları alırsın elinden ve sadece KCK dosyasına bakmasını sağlarsın!”
Ama siz, tam tersini yapıp; “esas dosya”yı alıyorsunuz...
Ne yapmak istiyorsunuz?.. Amacınız “Albay Cemal Temizöz’ü korumak” mı, yoksa “Savcı Ergün Tokgöz’ü cezalandırmak” mı?..
Bu konuda HSYK mı bir açıklama yapar, Diyarbakır Başsavcılığı mı?.. Bir açıklama yapsınlar da, “yargıya darbe”nin nereden geldiğini öğrenelim...