Fatma Tuncer

Fatma Tuncer

Özürlü annesi olmak

Özürlü annesi olmak

Bir özürlü annesi yaşadığı zorlukları şöyle ifade etmiş "Doğuma giderken içime sığmayacak kadar büyük bir sevince boğulmuştum. İlk defa ameliyat masasına merak ve heyecanla yattım. Ama gözlerimi açtığımda çocuğumun ayaklarını göremiyor ve onun özürlü olduğunu anlıyordum... Bu çok acı bir olaydı! O an şok geçirdim, ne yapacağımı bilemedim, ağlamak, avazım çıktığı kadar bağırmak, bulunduğum yerden kalkarak bütün gün sokaklarda koşturmak istedim... Ama bunun neye faydası vardı ki? Alışmalıydım, durumu kabul etmeliydim ve çözüm yolları aramalıydım... Bu şekilde düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım. Yine de başıma gelen bu imtihana adapte olmam üç yılımı aldı.."

Yaşadığımız toplumda özürlü bir çocuğa sahip olmak bazı zorlukları beraberinde getiriyor. Çünkü toplumun sosyolojik dokusunda içiçelik, var ve bu yapı içinde bireyler ayrışma ve kendine özgü hareket etme yeterliliğini bulamadıkları gibi, bireysel sınırlarını da koruyamıyorlar. Yani, çevremizde olup bitenler, komşunun nasıl yaşadığı, kimin nerede ne yaptığı bizim duygu ve zihin dünyamızı işgal ediyor ve çoğu zaman çevremizdeki insanların özel dünyalarına hiç çekinmeden girebiliyor ve burada kendimiz olmaktan çıkıyor adeta karşımızdaki kişinin bir parçası oluyoruz. Toplumun kültürel ve geleneksel dokusunun bu şekilde iç içe ve yapışıklık içinde olması özürlü çocuğa sahip ailelerin hayatlarını daha çok etkiliyor. Anne bir yandan kendi dünyasında mücadele ederken diğer yandan toplumdan gelen tepkilerle başa çıkmaya çalışıyor. Çocuk büyüdükçe annenin sorunu da büyüyor... Bu gerçekten de zorlu bir yürüyüş... Ve böyle bir yolda yürürken ayaklarınız aşınır, ruhunuz yorulur, duygularınız örselenir... Yalnız yapayalnız kalırsınız...

Burada kendinize yapabileceğiniz en büyük yardım ise bakış açılarınızı ve algı modellerinizi değiştirerek yaşadığınız zorluklarla başa çıkmaya çalışmanız olmalıdır... Ancak, özürlü ailelerinin çocuğa bakışları ve bu konudaki tepkileri onların hayat algılarıyla yakından ilgilidir. Bu kapsamda kimi aileler olayı kabullenirler, kimileri redederler kimileri de yaşadıkları durumu çevrelerinden gizli tutmaya çalışırlar.

Çocuğu reddeden ve özür durumunu bir türlü kabul etmeyen ailelerin doktor doktor dolaştıklarına ve bir mucize beklediklerine şahit olursunuz. Bu kimseler özürlü çocuğu çevrelerinden gizli tutarlar ve onu kimsenin görmesini istemezler, sürekli bir kaçış içindedirler... Bunu kendilerine ait bir kusur, bir eksiklik bir kusurluluk olarak görürler. Bu insanlar için çevrenin ne söylediği insanların olayı nasıl değerlendirdiği çok önemlidir. Kendilerine ait özel bir dünyaları yoktur ve sürekli çevrenin yönlendirmeleriyle hareket etmek isterler.

Yaşadığımız bütün travmalar, ölümler, kayıplar, beklenmedik durumlar, başımıza gelen musibetler elbette ciddi bir şok ve uyum sürecinden geçer. Hayatımızın düzenini aksatan, ruh ve duygu dünyamızı sarsan bu sorunlar karşısında önce her birimiz bir şok durumu yaşarız. Yani olayı kabul etmek istemeyiz, ne olduğunu anlamaya çalışırız, sessizliğe gömülür ve kaçarız, acıdan uzak kalmaya çalışırız. Ama bunun bir sonu yoktur ve burada durumu kabul edip çözüm yolları üzerine yoğunlaşmak en doğru yaklaşımdır.

İçiçeliğin ve yapışık hayat algısının olduğu toplumlarda özürlü annesi olmak gerçekten de zor. Ama yapılan çalışmalar ve bireysel tecrübeler de göstermiştir ki, kişi, yaşadığı sorunu ne kadar kolay kabullenir ve çözüm yolları üzerine yoğunlaşırsa hayatla uyumu da o kadar kolay oluyor. Bunun için, kişinin bu dünyanın bir imtihan diyarı olduğunu bilmesi ve her imtihanın da bir hikmet dairesinde yer aldığını kabul etmesi gerekir. Neden ben seçildim demek yerine, bu Allah'ın bir takdiri ve ben bu sorunu bu şartlar dahilinde nasıl çözebilirim diye düşünmek gerekir diye düşünüyorum. Durumu kabul etmek ve niçin neden, ne zaman sorularını sormadan, "Bu benim hayat düzeneğim, varlığımı bu düzenek içinde sürdürürken neler yapabilirim" diye düşünmek kendimize ve çevremize yapabileceğimiz en önemli yardımdır. Özürlü anneleri çevreleri tarafından aşağılanacaklar belki de bunun yaptıkları bir hatadan kaynaklandığını söyleyeceklerdir. Oysa kainat Yaratıcı'nın emrinde hareket ediyor ve O dilediğine dilediğini veriyor. Bu anlamda hayata bir özürlü olarak başlamak da, sonradan özürlü olmak da, onun takdiridir ve bu bir kusurluluk ya da eksiklik değildir. Zira Yaratıcı bizim bedenimize ve mallarımıza bakmaz o sadece gönlümüze bakar. Nice güzel bedenler içinde insanlığını kaybetmiş kişiler, nice zayıf bedenler içinde de örnek şahsiyetler, yiğitler yaşarlar. İbrahim hakkı bunu şu dizeleriyle dile getirir

"Harabat ehline hor bakma Şakir

Defineye malik viraneler var. Yüce Yaratıcı insanın değer ölçüsünü ise şu ayetiyle ifade eder: "Sizin en hayırlınız takvada en iyi olanınızdır"

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Tuncer Arşivi