Bozkırda Arslan Baba’nın huzurunda
Bozkırlar yer ile göğün aynı hizada görüldüğü uçsuz bucaksız yerlerdir. Çölün biraz daha ehven halidir. Bundan dolayı toprağın yapısı ve mahiyeti olmasa bile fiziği itibarıyla çöl ile bozkır arasında benzerlikler vardır. Bundan dolayı da fiziken Arabistan ile Türkistan kardeş iklimdir. Almatı’dan uçakla Çimkent’e giderken uçsuz bucaksız bozkırların üzerinden süzülüyoruz. Önce Özbekistan sınırlarına yakın olan Çimkent’e varıyoruz, oradan da Pir-i Türkistan’ın yurduna yani Sayram’a, Yesi’ye gideceğiz. Amerikalılar geldikleri yeni yurdu Ken’an diyarı olarak anarlar. Arslan Baba ve Yesevilere göre de Türkistan ikinci Mekke’dir. Üç defa bu mekanları ziyarete gelenler manen Mekke’ye gitmiş gibi olurlar.
Mevlana ‘ben asrın Ahmedi’yim’ dediği gibi gerçekten de makam olarak asrın Yusuf’ları, Cüneyd’leri de vardır. Arslan Baba ve Ahmed Yesevi bunlardandır. Çimkent’ten uçaktan indiğimizde bizi bağlaması ve kopuzu ile yerel bir ozan karşıladı. O söyledi, biz dinledik. Ritmik bir vaziyette bir taraftan ağzından hoş geldiniz nağmeleri dökülüyor, diğer taraftan da kopuzun tellerine vuruyordu. Vurmak ne kelime, adeta dövüyordu. Herkes mest oldu. İslam’a girmeden önce de şamanlar kopuzlar eşliğinde çalar oynarmış. Yesevi ve nesli ile birlikte kopuz İslam’a çağrıda bir enstrümental haline geliyor. Horasan erenleri veya alp erenler iki şeyi yapıyorlar. Davet dili olarak Türkçe’yi ve araçlarından birisi olarak da kopuzu kullanıyorlar. Ahmedi Yesevi’nin efsanevi pir olmasının nedenlerinden birisi de davet geleneğinde Türkçe’yi ustalıkla kullanmasıdır. O Yusuf Has Hacip ve Yunus arasında köprü olmuştur. Yusuf Has Hacip’in Kutatgu Bilig, Yüknekli Edip Ahmet’in Atabet’ül Hakayık ile Ahmed Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’i Yunus’un dilinde billurlaşıp başka kalıplarda dökülmüştür. Bu anlamda Hazreti Peygamberin buyruğuna imtisal etmiştir. Zira Sahih Buhari’de belirtildiği gibi, Efendimiz ‘İnsanların akıl ve anlayışları seviyesinde kendilerine hitap edin’ buyurmuştur. Aksi halde, ardından ‘Anlamadan, dinlemeden inkar mı etmelerini istiyorsunuz?’ hitabı ve buyruğu gelmiştir.
•
Halk ozanı gerçekten de çok estetik ve sanatkarane bir biçimde bizi karşıladı. Ardından otele yerleştik. Odaları geniş ve ferah, lakin buzdolabı çalışmıyordu. Temiz ve nezih bir otel. Bir iki alışveriş merkezini ziyaret ettik. Bunlar arasında Koç’un mağazalar zinciri de vardı. İftardan sonra özelleştirme ile Hüdai Vakfı’nın temlikine geçen bir külliyeye geldik. Külliyenin camiinde hatimle eda edilen bir teravih namazına yetiştik. Ardından da Nakşibendi sadatının yaptığı gibi sohbetle demlendik. Sanki mustağrak bir haldeydik ve ömre bedel gecelerden birisini geçirdik. Ertesi gün sabah bütün kafile hazır vaziyette Türkistan’a hareket etmek üzere komut bekliyordu. İşte bozkırda seyahat başlıyordu. Arslan Baba’ya doğru gidiyorduk. Yollarda tek tük ağaç kümeleri, atlar ve uçsuz bucaksız bozkırları temaşa ediyorduk. Derken Farabi’nin yurdundan geçtiğimiz ihtar edildi ve orada hatırasına bir müze yapılmış. Farabi kusursuz şehrin kusursuz filozofudur. İhvan-ı Safa’nın şehri, siyasi şehirdir. İbni Sina’nın şehri ruhani şehir, Farabi’ninki ise kusursuz şehirdir. Bu şehirde Farabi masum imamın yerine kusursuz filozofu ya da masum filozofu tensip ve ikame etmiştir. Bu hayal şehrinin filozofunun medfun bulunduğu yerde eğlenmiyoruz. Oradan hızlıca geçiyoruz. Bizi az ileride Arslan Baba bekliyor. Menzil-i maksudumuzda Arslan Baba ve Ahmed Yesevi hazretleri var. Uzaktan Arslan Baba’ya yaklaştığımızı hissediyoruz. Kartal yuvası mı desem yoksa usüdü’l gabe (arslan ormanı)’den koparılmış bir arslan ini mi desem, bilmem! Teberrük eşyası satan dükkanları geçerek keş ve deve sütü satan çadırlardaki köylü kadınların arasından mekana ulaşıyoruz. Komunizmin ateşli vakitlerinde türbe, dikenli tellerle çevrilmiş. Bu açıdan komunizmle kimi zaman ‘mezar avcıları’ olarak da ünlenen ilk Vehhabiler arasında birbirine yakın bir damar olduğu düşünülebilir. Son sıralarda deli ile dahi arasında ince bir sınırın olduğu ilmen de ispatlanmış durumda. Bundan dolayı bazen ehl-i zahir ile maddiyyun mezhebi arasında sınır, Arslan Baba türbesinde olduğu gibi daralabilir.
•
Arslan Baba’nın kimliği ilginç. O da Mir Arap gibi bu diyara Arabistan’dan gelmiş. Bu anlamda Arap asıllı ilk alp erenlerden olmalı. Arslan Baba, Ahmed Yesevi’yi irşad için dest-i gaybdan (gayb aleminden) vazifelendirilmiştir. Bu dest-i gaybı izah babından kimileri, Arslan Baba’nın usudü’l gabe yani sahabe arslanlarından birisi olduğunu ve 4 ile 7 asır arasında yaşadığını ileri sürerler. Peygamber Efendimiz yeni doğan çocukların ağzına ezilmiş hurma sürermiş. Ahmed Yesevi de dört yaşında Hazreti Peygamberin kendisine böyle bir hurma verdiğini söylemiştir. Kimileri bu hurmanın Arslan Baba tarafından Peygamberimizin bir vediası ve emaneti olarak Ahmed Yesevi’ye ulaştırıldığını söylerler. Buna sünnet literatüründe ‘tahnit/ezme hurma’ diyoruz. Dolayısıyla, Yesevi’nin ağzı dest-i gaybdan (gayb eliyle) tahnitlenmiş ve belki de bu yüzden bu kadar çağlayanlar gibi çoşkun ve ma-i zülal gibi tatlı akan bir pınar. Lakin yine kendi hikmetlerinde Yesevi, Arslan Baba’ya 7 yaşında, Yusuf Hemedani’ye ise 27 yaşında intisap ettiğini ifade eder. Dolayısıyla burada intisap yaşı ile hurma alma yaşı arasında sene farkı ortaya çıkıyor. Ve bu, izahı gerektiren bir müşkildir. Arslan Baba’nın Yesevi’ye hurma getirmesi hususu başka kıssalarda da vardır. Battal Gazi kıssası bunlardan birisidir. Battal Gazi de Hazreti Ali’nin ahfadından Hüseyin Gazi’nin oğlu olup Abdülvehhab Gazi tarafından Hazreti Peygamberin tükürüğü kendisine ulaştırılmıştır. Görüldüğü gibi Ahmed Yesevi ve Battal Gazi menkibelerinde gerçekle efsane ayırt edilemeyecek kadar iç içe geçmiş ve bütünleşmiştir. Arslan Baba, Ahmed Yesevi’yi irşad ederken, oğlu Mansur Ata da Ahmed Yesevi’nin ilk halifelerinden olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.