O ahengi bulmak...
Cumhurbaşkanı Gül, TBMM'nin açılışındaki konuşmasında, ülkemizde çağdaş demokrasinin başarısının "Millet adacıkları oluşumuna yol açmadan çokluk ve farklılıklar içinde birlik idealini gerçekleştirmek" olduğunu söyledi.
Başbakan Erdoğan da çok farklı eğilimdeki simaları sayarak, bunların her birinin eksikliğinin, Türkiye için zaaf oluşturacağını ifade etti.
Başbakan'ın saydığı isimler şöyle bir düşünce, inanç, kültür, zevk yelpazesini ortaya koymaktaydı:
Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Hacı Bayram Veli, Yunus Emre, Mevlana, Sabahat Akkiraz, Tatyos Efendi, Cem Karaca, Ahmet Kaya, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Nâzım Hikmet, Ahmet Hani, Said Nursi...
Buna bakınca, bir bakıma Gül'ün teorik çerçevesinin Erdoğan tarafından somutlaştırıldığını düşünmek mümkün.
Ben gerek Gül'ün gerek Erdoğan'ın böyle bir toplumsal ahengi samimiyetle arzuladığını, hükümet tarafından gerçekleştirilmek istenen "Demokratik Açılım"ın da böyle bir toplumsal empati ve uzlaşma iklimi oluşturmaya yönelik olduğunu düşünüyorum.
Yapılan kamuoyu araştırmalarının, toplumda, inanç-düşünce-etnisite farklılıklarına karşı ciddi bir tepkisellik oluştuğunu ortaya koyduğu, devletin de farklı toplumsal oluşumlar karşısında hep teyakkuz halinde bulunduğu dikkate alınırsa, mevcut durumun ne kadar risk taşıdığı ve hedeflenen toplumsal ahengin ne kadar hayati değer taşıdığı tahmin edilebilir.
Ancak...
Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan'ın işaret ettiği toplumsal vasat nasıl inşa edilecek, sorusu kolay cevaplanacak bir soru gibi gözükmüyor.
Böyle bir hedef için...
Devlet zihniyetinde -yazılı metinler dahil- köklü bir dönüşüm... Ve...
Farklı toplum oluşumlarının zihin dokularının yeniden inşası gerekiyor.
Bunun zorluğu ise, "Demokratik Açılım" etrafında oluşan müthiş gerilimle ortaya çıkıyor.
Parlamento içinde müthiş bir farklılaşma var.
Devlet içinde bizzat Başbakan'ın saydığı isimlerin düşünce-inanç-siyasi temsil çizgilerine karşı meşruiyet ambargosu var.
Ve toplumda güven barikatları var.
Şunu söyleyebilirim:
Hükümete oy vermiş, hükümete güven duyan ve destekleyen toplum kesimlerinde bile, "Demokratik Açılım"ın kontrol edilebileceği, sonunda bölünme vs. gibi tehlikeli şeyler olmayacağı konusunda endişeler oluşmuş durumda. Anadolu'da nabız tuttuğunuzda AK Parti'nin oy kaybedebileceği tahminleri yapılıyor ki, bu da Başbakan her şeyi göze aldık dese bile, ahenk için çıkılan yolda, bir başka ahenksizlik ihtimalini gündeme getiriyor.
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, iktidar partisi henüz, bu ülkenin yüksek yargısı tarafından kapatılmanın eşiğinden dönmüş bulunuyor ve üzerinde "Laiklik karşıtı eylemlerin odağı" yaftasını taşıyor.
Yani iktidar partisi, bir yandan devletin resmi şablondan farklı yönelişlere kapalı meşruiyet kapılarını açmaya çalışıyor, bir yandan kendi meşruiyet problemi ile boğuşuyor.
Türkiye'nin önündeki hayati soru şu:
-Devlet zihniyetinde köklü dönüşüm nasıl olacak?
-Farklı toplum oluşumlarının zihin dokuları birbirine tahammül ekseninde nasıl yeniden inşa edilecek?
Bu iki hedefin gerçekleşmesinde devletin eğitim ve kültür politikaları etkili olacaksa, AK Parti iktidarının geçen 7 yıllık sürede böyle bir eğitim ve kültür politikası olmuş mudur?
Başbakan'ın çizdiği çerçeve, bir tekil söylem olmaktan öteye geçip, bir devlet politikası ola bilecek midir?
Devlet, böyle bir ahengi özümsemiş midir? Devlette var olan arayış mıdır yoksa ulaşılan en azından asgari müştereklerin paylaşımı mıdır?
AK Parti kadroları, Başbakan'ın tahammül edilmesi zor performansı yanında, kendi paylarına düşen gayreti sergileyebilmekte midir?
Ben bu soruların karşısına artılar koyamıyorum.
O zaman da ne yazık ki kaygılar öne çıkıyor.
"Cumhurbaşkanı güzel konuştu, Başbakan müthişti" demenin anlamı kalmıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.