Hitam-ı misk
Esasında Kazakistan yazılarını bir bütünlük içerisinde bitirmem gerekirdi. Lakin araya mecburi fasılalar ve gündemin zaruretleri girdi ve bundan dolayı Türkistan hatıratını bölük pörçük yayınlama durumunda kaldık. Nasip, bu haftaki son dörtleme ile hitam-ı misk imiş. ‘Ömür biter yol bitmez’ hesabı söz de bitmiyor. Geride daha yazılacak çok şey var. Yine ‘söz uçar yazı kalır’ hesabı yazılar arşive kaldırılsa da geride kalıcı dostluklar kurduk, tesis ettik. Artık Kazakistan’da ve Kazakistanlı dostlarımız var. Yine Türkiye’den birlikte olduğumuz Kazakistan kafilesi var. Yesevi ve Arslan Baba’nın kartal yuvalarından geriye dönüşte, bozkırda eğlendik. Buradaki eğlenme mola verme anlamındadır. Bizdeki otoban kenarlarındaki mola yerleri gibi bozkırda da mola yerleri var. İlk defa çölde molayı 1979 yılında Şam’dan Medine’ye giderken yaşamış ve ay ile yıldızların altında hasır masalarda ve yataklarda çay içerek keyfini çıkarmıştık. Burada da bozkırın gecesinde Diyarbakır karpuzu cesametindeki karpuzların ziyafet olarak verildiği bir ortamda mola verdik. Burada bütün meyveler bilaistisna kurutuluyor. Karpuz gibiler tabii ki hariç olmalı. Lakin buna kavunlar da dahil. Kurutulan kavunlar arasında irisinden bir karpuz kesildi ve karpuzu yedikten sonra yolumuza yeniden revan olduk. Çimkent’e dönüş için acele ediyorduk. Yolda Bağcılar Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Kenan Gültürk samimane bir biçimde eksiklerini sordu ve gelecek yıllarda telafisi için bunlara değinmemizi istedi. Ben de bu hakkımı dönüşe sakladığımı söyledim. Kimileri sınırdan Kırgızistan’a uzansaydık diyorsa da esasında Bozkır’da karpuz ziyafeti pekala bir koyun kızartmasıyla eşleştirilebilirdik. Neyse ki bakiye hesaba yazıyoruz. Gidiş hatırda kalıyor da dönüş nedense pek iyi hatırda kalmıyor. Dönüş telaşıyla birlikte birçok ayrıntıyı unutabiliyorsunuz. Dönüş yolunda sahurdan sonra havaalanına hareket üzerine sözleşiyoruz. Nasıl oluyorsa en son inen ben oluyorum. Bu da gösteriyor ki, aklım başım arkada kalmış. Yani Kazakistan gönlümde yer etmiş.
¥¥¥
Dönüşte formaliteleri geçtikten sonra uçağı beklemeye koyulduk. Uçağa kavunlarıyla karpuzlarıyla binenlere de rastladık. Mal canın yongasıymış. Bu biraz tuhafımıza da gitmiyor değil. Lakin ülkemizde de bu tabii manzaraları kendi hesabıma özlemiş bulunuyorum. Lakin önümde yaşlıca bir bayan yürüyordu. Hormon bozukluğundan olsa gerek bıyıkları biraz erkek bıyığını andırıyordu. Muziplik bu ya aklıma, Teksas adlı çizgi romandaki Profesör Oklitus tiplemesi geldi. Zira, maceralarından birisinde hormon bozukluğundan dolayı sakalları uzamış bir kadına bir ilaç tavsiye eder. İlaç ters etki yapar ve hormon bozukluğunu tamir edeceğine daha da azdırır. Bu nedenle kadın Oklitus’un azılı bir düşmanı haline gelir ve pompalı tüfekle Profesör Oklitus’u kovalar. İntikamı acı olur. Bu, işin latife kısmı. Lakin ziyaretin makbuliyetine dair uçaktaki rüyada bir işaret ve beşaret gördüm.
¥¥¥
Yine dönüşte de Abdurrahman Cevher ile birlikte aynı sıradayız. Zaman zaman uykuya dalıp çıkıyor yani uyanıyorum. Uçağın koltukları gidişimizdeki gibi rahat değil. Bundan dolayı sağa sola dönüp duruyorum. Anlık dalgınlıklardan birisinde bir rüya görüyorum. Rüyada sanki bir mescitteyiz ve etrafımda bir kalabalık var. Osman Nuri Topbaş Beyefendiyi ziyarete gitmeyi planlıyorlar. Lakin ben geride duruyor ve onların gündemi ile alakadar olmuyorum. Sonra yanıma yaklaşıyorlar. Aralarında hatırlı kişiler de var. Bana kendilerine neden katılmadığımı ve kendileriyle birlikte ziyarete gelmediğimi soruyorlar. Onların tekliflerinden dolayı irkiliyorum ve böyle bir teklife hazır değilmişim gibi bir halim var. Beni ikna etmek için biraz daha ısrar ediyorlar ve şöyle diyorlar: "Çekinme! Osman Nuri Topbaş Bey de seni tanır ve sana yabancı değildir..." Bunun üzerine topluluktan ayrılıyor ve biraz öne doğru uzanıyorum. Mescidin orta yerinde sanki camekanlı bir bölme var. Osman Nuri Topbaş Beyefendi guya oradaymış gibi bir hava var. Ben öne doğru giderken yine uyanıyorum. Bu ahval ve şeriat üzerine bir geziyi de böylece bitirmiş oluyoruz. Rüyayı oradaki güzelliklere ve manevi kaynaşmamıza ve ziyaretin makbuliyetine ve o zatın da Kazakistan’a hizmetlerine yoruyor ve bağlıyorum. Neden olanlardan Allah razı olsun...
Hatime notu: Daha önce 1944 yılında veya akabinde Mir Arap Medresesi’nin açılmasında Babahanovlardan birisinin Stalin’le konuşmasının etkili olduğunu yazmıştık. Doğrusu Stalin üzerinde etkili olan isim dönemin Ufa Müftüsü Abdurrahman Resuloğlu’dur. Düzeltir, özür dileriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.