Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Yolculuk, zorluktur

Yolculuk, zorluktur

Hınca hınç dolu bekleme salonunda sabrımız taştığında nihayet uçağa alınıyoruz. Lakin çok geçmeden uçakta da sabrımız tükenecektir. O gün Nalçık seferinde ve uçağında normal gitmeyen hususlar vardı. En azından 15:30 sularında uçacağımızı hesap ediyorduk. Uçağa bindiğimizde bekleme süresi uzayınca bu defa dışarıdaki bekleme salonu bile bize sevimli gelmeye başladı. ‘Yolculuk, zorluktur’ sözüne uygun bir başlangıç yaptık. O gün olağanüstü bir durum yaşıyoruz ve sonuçta 8 saat kadar bekledikten sonra uçağın motorları çalışmaya başladı. Lakin yolcuları iki husus kızdırıyor. Bunlardan birisi olan bitenle alakalı olarak bilgi verilmemesi ve ikincisi de yolcuların su gibi tabii ihtiyaçlarının karşılanmaması. Hatta bazılarının sözlü isteklerinin de yerine getirilmemesi. Bundan dolayı zaman zaman elektrikli anlar ve sahneler yaşıyoruz. Grozni’nin tanınmış simalarından birisi haline gelen mermerci Kastamonulu Recep Uçar usta daha fazla dayanamıyor ve hosteslerden birisine çıkışıyor. Uçaktan inmek mümkün olsa dediğini yapacak ve uçaktan inecek. Lakin merdivenler kaldırılmış ve uçuş vaktini bekliyoruz. Recep Ustayı kızdıran hususlardan birisi de hostesin asık suratlı olması ve başka bir ifade ile suratının bir karış havada olması. Bu tepkiler üzerine uçak mürettebatı biraz insafa geliyor ve hizmete başlıyorlar. Galiba bu çıkışların güzel akisleri de olmuş olmalı ki dönüş seferinde yine aynı uçuş takımı ve mürettebatı ile birlikteyiz. Bizim Recep Usta’nın çıkış ve itabına maruz kalan hemşire bizleri görünce bıyık altından gülüyor. Neredeyse makaraları koyverecek. Besbelli ki, o da sabırsızlığımızın haklı nedenleri olduğunu teslim ediyor olmalı. Ve bu anlamda yaşanılanların mizah unsuru olarak yad-ı mazi olarak kaldı ve belki de hostes için ömür boyu unutulmayacak bir anıya dönüştü. Dönüş yolunda Recep Usta bizimle olmadığından onun bu yeni vaziyet karşısındaki tepkisini bilemiyoruz.
¥
Sadece Recep Usta’nın tepki gösterdiğini söylersek hem Recep Usta hem de diğerlerine haksızlık olur. Değerli yazar ve edebiyatçılarımızdan Yavuz Bülent Bakiler Bey de Recep Usta gibi yüksek perdeden ve açık tepki göstermese de gizli tepki gösteriyor ve mümkün olsa da kapağı dışarı atmaktan bahsediyor. ‘Durdurun uçağı, inecek var’ diyor. Uçağın tekerleklerinin çalışması imdadımıza yetişiyor ve sinirleri biraz olsun yatıştırıyor. Böylece gecikerek de olsa güzel bir yolculuk başlıyor. Yolculuğun kalan safahatı bize bütün olan biten olumsuzlukları unutturuyor ve hepsi birer tatlı hatıraya dönüşüyor. Dönüş yolunda hostesin gülümsemesi de bunu doğruluyor. Uçak, gayet eski uçaklardan ve bakımsız. Bununla birlikte Nalçık ile İstanbul arasında düzenli seferleri var. Uçak eski olmakla birlikte sağlam olduğundan şüphe edilemez. Uçağın, bakımı ve tamiri yapıldıktan sonra havalanması, bizim sinirlerimizi de tamir ediyor ve ilaç gibi yatıştırıcı bir etki yapıyor. Yer yer Karadeniz üzerinde yaptığımız salınım ve seyrü sefer ile birlikte 3 saate yakın bir yolculuktan sonra Nalçık’a ulaşıyoruz. Bu benim Kafkaslar’a yaptığım ilk ziyaret. Kazakistan bozkırlarından hemen sonra Kaf Dağı’nın yamaçlarına yani Kafkaslar’a vasıl oluyoruz. Kafkaslar her şeyiyle efsane bir bölge. Uçağa biniş gibi iniş de meşakkatli oluyor. Önden uçak mürettebatı iniyor. Bizi tevdi etmek üzere sadece Recep Usta’nın çıkıştığı hostes kalıyor. Öbürleri önden inip gidiyorlar. Ayakta epey bir intizar ve bekleme nöbetinden sonra nihayet uçağı boşaltıyoruz. Stalin döneminin ifrazatından olan küçük bir havalimanı ile karşı karşıyayız. Otobüsle birlikte liman binasına varıyoruz. Polis kontrolüne girmeden önce öncelikli olarak Rusların geçişini bekliyoruz. Ruslar yine de vatandaşlarına iyi muamele ediyorlar. Gençliğimde Kahire Havaalanında en iyi muamelenin ‘havace’ olarak anılan sarışın Batılılara yapıldığını hatırlarım. Suud’da da öyle olduğunu söylerler. Önce Batılılar ve Suudlular ardından da ötekiler. Sadece havaalanında değil maaş kriterlerinde de Batılılar gözetilir.
¥
Havaalanında Stalin’den kalma adetler çoktu. Rusları savdıktan sonra sıra bize geldi ve rahat bir biçimde polis kontrolünden geçtik. Ardından bagajlarımız birkaç defa x ray’den geçti lakin bizler eşyalarımızdan daha şanssızdık. Bizim kontrolümüz daha uzun sürdü. Her kademede ayrı bir kontrol türü vardı. Hatta defalarca pasaportun bazı sayfalarının fotokopileri çekiliyordu. Bu yüzden işlemler çok yavaş işliyordu. Bundan dolayı zannederim hazırlık ve sonuç bölümüyle birlikte yolculuğumuz tam 12 saat kadar sürdü. Herhalde bu sürede rahatlıkla ABD’ye uçabilirdik. Sonunda ılıman bir havada kendimizi eşyalarımızla birlikte dışarıda bulduk. Sıra gelmişti yeniden boşalan mideleri doldurmaya. Havalimanının tam karşısında bulunan lokantaya doğru yöneldik. Mükellef bir sofra bizi bekliyordu. Mehmet Turan beni yanına çağırdığında bunun azizliğine uğradım. Beni servis görmüş ve sırasını savmış sandılar bir türlü çorba ve gelen yemeklere ulaşamıyoruz. Sonunda istemek durumunda kalıyoruz. Buradaki lokantalarda yemekler teşhir edilmiyor ve ısmarlama usulüyle hazırlanıyor ve geliyor. Bu Sovyet sisteminden geride kalmış güzel hasletlerden birisi. Bu belki pratik değil ama daha sıhhi ve iyi. Ve lokantanın oval salonlarından birisinde birbirimize bakarak yani mütekabil vaziyette zorlukları geride bırakmış olarak neşeyle ve afiyetle yemeklerimizi atıştırıyoruz. Ve burada keşfettiğimiz bir başka güzellik var. Asitli armut suyu. İçtikçe kanamıyor ve daha fazlasını arzuluyorsunuz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi