Hadi, çözün şifreleri
Masamda 3 yeni mahkeme tebligatı daha var. Savcılar davayı açmış, mahkemeye vermiş, mahkeme “haydi ifadeye” diyor. Sağolsunlar, beni yanıltmadılar, soruşturma safhasında ifademe yine gerek duymadılar.
“Biz inceldiği yerden kopsun” dedik. Onlar da asılıyorlar. İp, koptu kopacak. “Gak” desek suç, “guk” desek suç.
Ne yapsam acaba? Bazı okuyucularımın tavsiyesine uyup çiçek, böcek mi yazsam? Hayvanlar alemine mi dalsam?
Onun da garantisi yok ki...
Yıllar önce çevreci Ediz Hun ile Mustafa Taşar arasındaki “ayı” tartışmasını yazdığımda, rahmetli Taşar’a eski parayla 500 milyon lira ödedim. Yargıtay dedi ki; “O kendi için ‘otel ayısı’ dese bile sen diyemezsin.”
Peki, ayılı bir fıkra tazminat konusu olur mu? Denemeden bilinmez.
Kötü bir avcı, karavana atışın sonunda ayının tecavüzüne uğramış. Ertesi gün aynı avcı, aynı ayıya nişan alıp yine karavana çekince mukadderattan kaçamamış. Birkaç defa hadise tekrarlanmış. Sonunda ayı dayanamamış, avcıya demiş ki ; “Sen avcı değilsin...”
Devamını, bilen bilmeyene
anlatsın.
Nerden çıktı diyeceksiniz? Kendini avcı sanan biri büyük coşkuyla şahsımı hedef alan karavana atışlar yapıyor ya aklıma geldi.
Ama risk oranı yine de fazla.
Çakaldan çakmam
Yoksa baba mesleğine mi dönsem? Kalemi bıçak gibi kullanıyorum da bıçağı şimdi nasıl kullanırım, çok emin değilim.
Yüzlerce koyun, keçi, sığır kestim. Üniversite yıllarımda harçlığımı çıkarmak için kurban bayramlarında bir deri ve üç kuruş paraya mesai yaptım.
Şimdi kan görmeye dayanamıyorum. Kurbanımı bile yıllardır vekaletle kesiyorum. Ama koyunu, keçiyi, sığırı hala iyi tanırım.
Her Antepli cartlak kebabını keyifle yer, ama ben sakatattan nefret ederim. Küçükken çok zayıf olduğum için biraz kanlanalım diye her sabah az pişmiş dalak yedirdiler. Onun içindir, dalak deyince tüylerim diken diken olur.
Bilin ki, dalaksız nefretimin bununla ilgisi yoktur. Müsebbipleri Akif Beki, Ahmet Kekeç ve Sevilay Yükselir’dir.
Sadece nefretle büyümedik, duygularımızın tavan yaptığı anlar oldu. Mesela; çok sevdiğim “Gümüş” ve “Karabaş” adında iki ayrı çoban köpeğim vardı.
Kimse alınmasın, incinmesin itlerden de anlarım.
Samimi olmak gerekir, çakaldan çakmam. O konuda Akif Beki’nin derin bilgisine şapka çıkartırım.
Bu arada Kurtlar Vadisi’nin yapımcı şirketi PANA, Çakallar Vadisi’ni vizyona sokarsa, memlekete hizmet etmiş olur. Arzu ederlerse, TRT’den veya Çakır Çiftliği’nden lojistik destek alabilirler.
Bu cümleleri okuyunca sakın ola, “beni kastetti” deyip kimse başını göstermesin. Hani, iki hırsız işi tamamlayıp tam evden çıkmak isterken ev sahibi uyanmış, “yakaladım seni şerefsiz” diye bağırmış ya, o fıkradaki gibi...
Hırsızlardan biri, diğerine dönüp şöyle demiş: “Beni tanıdı, sen kaç...”
Sütçünün oyun alanı
Allah var, Serdar Akinan, “Hepimiz su samuruyuz” diyene kadar, su samurları hakkında da bilgim yoktu. İnternetten taradım, diğer adı, “su iti” imiş. Bir çeşit sansargil... Başlıca besinleri balık olmasına rağmen, böcek, kurbağa, yengeç ve bazen küçük memelilerle beslenirmiş.
Akinan, “Hepimiz su samuruyuz” derken “hepimiz su itiyiz” mi, yoksa “Hepimiz küçük memelilerle besleniriz” mi demek istedi, anlayamadım.
Doğrusunu söylemek gerekirse, aklıma Yazgülü Aldoğan geldi. Malum, sütçüleri en iyi bilen kalemdir. Bir televizyon programında dedi ki: “Kırsal bölgede paldır küldür yaşanıyor. Bir ön evresi yok, flört yok... En ummadığın o başı sıkma hanım birden bire, koca çıkıyor eve sütçüyü alıyor.”
Hepimiz memeli olduğumuza göre, sütten çakıyoruz. Unuttuğu bir şey var; kırsal kesimde herkesin evinde inek, koyun veya keçi olduğu için sütçüye ihtiyaç yok. Sütçünün icraat sahası, şehirlerdir.
Eski Türk filmlerine bakarsanız, sosyete mahallidir.
Nitekim, TV programlarında tüm hünerlerini sergiliyorlar. Saba Tümer ile Didem Erol arasındaki geyiği hatırlıyor olmalısınız.
Didem: Şimdi erkekler de uyandı kardeşim. Diyorlar ki biz bedava süt alıyorsak ineği niye satın alalım. Öyle de bir durum var. O yüzden arada süt vermeyi keseceksin.
Saba: Didem, çok komik kadınsın sen.
Didem: Arada bir görüneceksin, arada bir süt vereceksin, o süte bağımlı hale getireceksin ki onu çektiğin zaman adam ‘Allah Allah’ diye kalacak böyle.
Saba: İnek sağmadan çekeceksin. Sen peki bu lafı hiç kullandın mı bir cümle içinde?
Didem: Çok kullandım canım.
Saba: İşe yarıyormuş valla.
Didem: Yarıyor tabi, çünkü kısa hisseden, kısa şeyden giriyorsun olaya, ne ben oturup 3-5 yıl seni mi bekleyeceğim canım! Ben seviyorum demişim. Sen seviyorsan ya karşımda dur adam gibi ya da yok ol...
Görüldüğü gibi şehirlerde hayli “sütçü” var.
Savcılar ne kadar mahir?
Büyük Türk-Kürt Düşünürü Hülya Avşar’ın demokratik açılımla ilgili sözlerini unutmuş değilim: “Bu işe başladıysanız bitirmek zorundasınız. Aksi halde bu yeni doğmuş bebeğin ağzına memeyi verip en güzel anında çekmeye benzer ki bu çok tehlikeli. Çünkü o zaman ne olur o bebek? Kıyameti koparır, olay çıkarır. Ne zaman ki sen yine o memeyi ağzına verirsin ya da başka bir meme; ancak o zaman susar, başka türlü kurtulamazsın artık.”
Onun içindir, aynı zamanda patronum olan Ulusal Süt Konseyi Başkanı Ethem Sancak’ın işi zordur. “Sütün aklanması bir medeniyet ve özgürlük çabasıdır” diyerek yola çıktı, Allah işini rast getirsin.
Ayıdan girdik sütten çıktık, yazının sonuna geldik. Danimarka’dan bir okurum, “Şamil Bey, ister çiçek ister böcek yazın, biz neyin çiçek neyin böcek olduğunu anlarız” diyordu.
Hadi, çözün şifreleri. Umarım savcılar, sizin kadar becerikli
olmaz.