İsrail'le kriz değil normalleşme
Türkiye özellikle komşu ülkelerle bir dostluk ve işbirliği halkası oluştururken İsrail'le köprüleri atıyor mu?
Anadolu Kartalı tatbikatına İsrail güçlerinin katılmasını hükümetin veto etmesi, TRT'de yayınlanan Ayrılık dizisinin İsrail karşıtı görüntüler içerdiği iddiası, Davos sonrası günleri hatırlatır biçimde Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceğini gündeme getirdi.
Başbakan Erdoğan'ın 'halkın vicdanını ve hassasiyetlerini' dikkate aldıklarına ilişkin açıklaması, iki ülke arasındaki ilişkilerin Filistin sorunu çözülmeden 1990'larda ulaştığı düzeye çıkamayacağı kanaatini güçlendirdi.
Olanları yeni bir kriz, hatta AK Parti'nin ideolojik saiklerle çıkardığı bir kriz olarak niteleyenler de oldu. Oysa İsrail'le ilişkilerde kriz yok, ilişkiler aslında normalleşiyor. 28 Şubat sürecinin garip ilişkiler ağında sağlıksız biçimde 'şişirilen' ilişkiler kendi doğal akışına kavuşuyor.
İsrail, Türkiye ile ilişkileri hep devletten devlete, askerden askere bir işbirliği olarak gördü. Kamuoyunun hassasiyetlerini, taleplerini hiç ciddiye almadı. Tepedeki üç beş adamla iş tutmayı tercih etti. O üç beş adamın çoğu da askerdi. Askerin iç ve dış politikayı belirleyici konumu zayıflayınca da ortada 'stratejik ilişkileri' taşıyacak bir ortak bulunamadı.
Çünkü bu ortaklık baştan yanlış kodlanmıştı. İki taraf da işbirliğine neredeyse tümüyle güvenlik odaklı yaklaştı. Önemli olan askerlerin ne düşündüğü, ne yapmak istediğiydi. Halkın düşüncesinin, duygusunun, tepkisinin hiçbir önemi ve anlamı yoktu. Halksız bir diplomasi... Ama nereye kadar?
Türkiye'de iktidarları kamuoyunun taleplerine ve tepkilerine duyarlı olmak zorunda bırakan bir demokratikleşme dalgasına kadar...
İsrail'in anlamadığı gerçek; toplumsal desteği olmayan bir dış politika hattının uzun süre sürdürülemez olduğu, özellikle sivil toplumun geliştiği, medyanın çoğullaştığı ve siyasetin demokratikleştiği bir Türkiye'de...
Artık tepedeki üç beş adamla iş yapma dönemi geçti. Son yıllarda kat ettiğimiz demokratikleşme sürecini hesaba katmadan Türkiye'nin dış politikası anlaşılamaz. Toplumsal taleplerin, önceliklerin hassasiyetlerin artarak hesaba katıldığı bir yapıya ulaştık. Kimse dış politika yapımını, tercihlerini ve önceliklerini 'devlet elitleri'ne devretmek niyetinde değil. Siyasi partilerden sivil toplum kuruluşlarına, iş çevrelerinden çeşitlenen medya ortamına kadar çok geniş kesimlerin 'dahli' var artık dış politika yapımında.
Aktörleriyle çoğullaşan, süreçleriyle demokratikleşen dış politika alanında 'tepedekiler'le iş tutma dönemi epeyce geride kaldı. Kamuoyunu ikna etmeden dış politikada sürekli bir ittifak, işbirliği mümkün değil.
Bush yıllarında Türk-Amerikan ilişkilerinde de olan buydu. Irak Savaşı'na karşı çıkan, Bush'a güvenmeyen bir toplumun önünde hükümetin ABD ile 'normal' müttefikler gibi işbirliği yapması beklenemezdi. Öyle de oldu.
Halkı kazanamayan bir diplomasi yoksa devletler uzun süreli 'stratejik' dostluklar kuramazlar. Demokratikleşen bir Türkiye'de de sorumlu bir hükümet toplumsal taleplere ve tepkilere duyarlı olmak zorunda.
İsrail'in öğrenmesi gereken, artık devletin tepesindeki üç beş kişiyi değil halkı kazanması gerektiği. Bu da Gazze'yi hiçbir ayrım gözetmeksizin bombalayarak, sonra da ablukayı kaldırmayarak, Lübnan'ı işgale kalkışarak, iyice küçültülmüş bir Filistin devletine bile razı olmayarak gerçekleştirilemez.
İsrail'le dostluk 'her hal ve şart altında İsrail'e destek' anlamına gelmez. İsrail hükümeti Türkiye ile işbirliğini böyle anlıyorsa yanılıyor. İsrail'in bölgedeki politikalarına duyarlı bir diplomasi izliyor Türkiye, doğru da yapıyor. Filistin halkına ne yaparsa yapsın, onlara ne tür bir şiddet uygularsa uygulasın Türkiye'nin İsrail'in yanında olmasını beklemek artık 'normal' değil.
İsrail'in bölgede yaptıklarını artık hiçbir müttefiki taşımaya niyetli değil. Buna ABD bile dahil... Bizden söylemesi; Türk-İsrail ilişkilerinin geleceği İsrail devletinin Filistin halkına ve bölge ülkelerine nasıl davrandığına bağlı.