Domuz Gribi... Paniğe gerek yok, tedbire devam!
Sabahleyin evden çıkarken, kafamda tam bir “sorular yumağı” vardı... Öyle ya; “AK Parti’yi devirme, Fethullah Gülen’i bitirme” şeklinde özetlenebilecek “İrticayla Mücadele Eylem Plânı”nın, bir “kâğıt parçası” değil, “belge” olduğu “dün” ortaya çıktıktan sonra, acaba Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ne diyecekti?.. Dahası; “İmza benim değil” diyen Albay Dursun Çiçek, ortaya çıkan “ıslak imza” konusunda, bu defa nasıl bir savunma yapacak, en önemlisi de, ona ne yapılacaktı?..
Aralarında “PKK’lılar”ın da bulunduğu grupları “gövde gösterisi”yle karşılayan DTP, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın uyarıları ve “Yeniden başa döneriz” endişeleri karşısında acaba ne yapacaktı?.. Gerek “Hükümet”ten, gerek “muhalefet” ve “kamuoyu”ndan yükselen “rahatsızlık” ifadelerine rağmen, DTP kurmayları hâlâ “bildiklerini okumaya” ve 28 Ekim’de Avrupa’dan gelecek grubu, yine “mitingler”le karşılamaya, yani “şov” yapmaya devam mı edeceklerdi, yoksa “sorumlu” mu davranacaklardı!..
Kafamdaki “soru”lar bunlarla da sınırlı değildi... Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü bir “kaza” mıydı, yoksa “cinayet” mi?.. Meselâ, “kaza öncesi”nde NTV Televizyonu’ndan açılan “telefonlar” neyin nesiydi?.. “Kaza duyulduktan sonra” yapılan aramalar gayet normaldi de, “kaza öncesi” aramalar, ne içindi?..
İşte bu “soru”larla geldim gazeteye...
Aslında bunlarla ilgili yazacaktım.. Ama, söz vermiştim, Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ’ın davetine icabet edecektim... “Cuma Namazı”nı kılıp, muhabirimiz Üsame Karakış’la birlikte toplantının yapılacağı Hyatt Hotel’e gittik.
PARA NE Kİ, ÖNCE İNSAN HAYATI!
Sağlık Bakanı sayın Recep Akdağ ve kurmayları, belki de en son söyleyeceklerini, en baştan söyleyip dediler ki; “Bizler, bir salgını yönetmeye çalışıyoruz... Meksika’da ortaya çıkan salgının bize de geleceğini biliyorduk ve onu içeri sokmamaya çalışıyorduk ama maalesef geldi... Şimdi, bu salgını önleme konusunda en büyük görev, siz medya yöneticilerine düşüyor!”
Sayın Bakan’ın, en çok şikâyetçi olduğu konu, “bilgi kirliliği!”
Sayın Akdağ; ortalıkta dolaşan “kirli bilgi”lerin, en az “domuz gribi” kadar tehlikeli olduğunu, “bilgi kirliliği”ne yol açanlar yüzünden insanların kafalarının karışık olduğunu söyledi...
Ve de şu can alıcı soruyu sordu:
“Konunun uzmanı olmayan bir profesör veya bir eski bakanımızın demeçleri yüzünden bir insan aşı olmaz da hayatını kaybederse, bunun sorumlusu kim olacak?”
Bakan Bey; bir “basın toplantısı”ndan ziyade, adeta “brifing” verdi... Yöneltilen sorulara da, hem “kendisi” hem de “kurmayları” açık yüreklilikle cevap verdi!..
Ne yalan söyleyeyim;
Gündemde “çok önemli konular” varken, “Domuz Gribi”ne gösterilen bu ilginin sebebini anlayamamıştım!..
Ama, sözkonusu olan “insan hayatı” olunca, durum değişiyor!..
Önce, bir rakam vereyim:
Bundan önceki “salgın hastalık”larda Türkiye, “14 milyon liralık aşı ve ilaç” ithal etmiş... Bu yıl ödenecek para ise “250 milyon lira” civarında!..
Arada dağlar kadar fark var!..
Peki, niye?..
Sayın Akdağ’ın bir cümlesi var ki, “duyarlılığın sebebi”ni açıklamaya yetiyor;
“Bu kadar para, eğer bir tek insanın hayatını kurtarmaya vesile olacaksa, helâl olsun!.. Bizim için, bir tek insanımızın hayatı önemlidir!.. Hükümetimin de bu duyarlılığa maddi katkı yapıp, bütçe ayırmasını şükranla karşılıyorum!.. İnsan hayatı sözkonusu ise, paranın ne önemi var?”
MUTASYON GEÇİRMEZSE MESELE YOK!
Biraz önce “bilgi kirliliği” dedik ya, işte o kirliliğe bir örnek!..
Bazıları, şöyle diyorlarmış:
“Normal gripten 17 bin kişi ölüyor... O halde bunca aşıya ne gerek var?”
Sayın Bakan, “polemiğe girmek istemediğini” özellikle vurguladıktan sonra, dedi ki;
“Abartılı rakamlarla halkın hem kafasını karıştırıyorlar, hem de insanları paniğe sevkediyorlar... Normal gripten ölenlerin sayısı belki 100 olarak ifade edilebilir... 7 bin veya 17 bin rakamları tamamen abartma, tamamen hayal mahsûlüdür!..
Türkiye’de 21 Ekim 2009 tarihi itibariyle vak’a sayısı 669’dur!..
Şu anda da, paniğe yol açacak bir durum yoktur!.. Biz, 49 milyon doz aşı bağlantısı yaptık... Bunu yaptık, çünkü domuz gribinin mutasyon yani değişim geçirmesinden endişe ediyoruz!..
Şunu da söyleyeyim:
Şu an itibariyle, domuz gribinin mutasyon geçirmesi riski yok... Salgın, normal seyrinde devam ediyor!.. Ama bu demek değil ki, mutasyon geçirip de tehlikeli hale gelmez!.. Biz, hastalığın Türkiye’ye gelmemesi için nasıl çaba harcadıysak, şimdi de yayılmasını önlemeye çalışıyoruz!
Bu iş için özel daireler kurduk!..
Bazı arkadaşlarımızı, sırf bu işle görevlendirdik!.. Başka işe bakmayacaklar!”
Bakan Bey’in verdiği bilgiye göre;
“Domuz gribi”ni diğer griplerden ayıran özellik şuymuş: Diğer gripler, genelde “kış ayları”nda ortaya çıkarken, domuz gribi “ilkbahar” mevsiminde çıkmış, “yaz ve sonbahar” mevsimlerinde de yaşayıp, kış aylarında da etkinliğini sürdürebilirmiş!..
Peki, çare ne?..
Çare, “aşı” olmak!..
O da, “mecbur” değil!..
“İstemeyene aşı yok!”
Mesela çocuklar... Eğer “velileri” izin vermezse, kesinlikle aşı yapılmayacak!..
Bana kalırsa, Bakan Bey’in verdiği bu “teminat”, ortalıkta dolaşan “dedikodu”lara da cevap niteliğinde!.. Hani, “kısırlık” gibi “başka başka yan tesirleri olur”muş ya, “amaç başka”ymış ya, Bakan Bey, işte onlara cevap veriyor: “Madem kuşkun var, aşı yaptırma!.. Ama bundan dolayı çocuğunu veya bir yakınını kaybedersen, onun vicdani sorumluluğuna da katlanacaksın!”
“SEV AMA ÖPME!”
“Toplam 2 saatlik toplantı” boyunca birçok soru soruldu, birçok cevap verildi ama olayın özü ve özeti şu:
“Paniğe gerek yok!
Tedbiri de elden bırakma!”
Peki, “tedbir” ne?..
Öncelikli olarak; “grip” olan kişi; ister “nezle” olsun, ister “domuz gribi”ne yakalanmış olsun, mümkün olduğu kadar “kalabalık” içine çıkmayacak!..
En azından şu aylarda; “öpüşmelere, tokalaşmalara ve sarılmalara” son verin!.. Özellikle de “çocuk”lara pek fazla yaklaşmayın!..
Bir “sağlık kurmayı”nın dediği gibi;
Bir “çocuk” için, ailenin kendisini öpüp koklaması bir “ihtiyaç”tır!.. Ama çocuğu başkasının öpmesi, “öpen için ihtiyaç”tır!..
Kısaca ifade etmek gerekirse;
Çocuklarınızı “yabancılar”dan uzak tutun!.. Özellikle de “grip” olanlardan!..
Yani, “çocuk önlükleri”nde yazıldığı gibi;
“Sevin ama öpmeyin!”
Ama şunu iyi bilin:
Şu an itibariyle “tehlikeli” bir durum yok!.. Salgının “tehlikeli” boyutlara ulaşmaması için de; başta “aşı ithali” olmak üzere, gerekli tedbirler alınıyor!.. Mesela; İstanbul’da 29 Ekim’den sonraki günde “okullar tatil” edilecek!..
Ama, “grip”ten dolayı değil!..
“Okulların dezenfekte edilmesi” amacıyla!..
Bunun gibi, daha başka tedbirler de var ama, şu kadarını söyleyeyim: Sağlık Bakanlığı’nda bir birim, “24 saat” görev başında!..
Hiç paniğe kapılmayın!..
Ama, tedbiri de elden bırakmayın!..
Sanırım, dünkü toplantıda verilmek istenen mesajın özü ve özeti buydu!..
Hepinize “sağlıklı günler” efendim!..
==================
Faturayı DTP öder!
Dün, Sağlık Bakanı sayın Recep Akdağ’ın toplantısı için gittiğimiz Hyatt Hotel’de, İstanbul Valisi sayın Muammer Güler de vardı...
Kameraların karşısına geçip, İstanbul’daki okulların 29 Ekim’den sonra, “bir gün” süreyle “dezenfekte amacıyla tatil edileceğini” açıkladıktan sonra; “DTP’nin, Avrupa’dan gelecek grup için Kazlıçeşme’de miting düzenlemek istediği” hatırlatıldı kendisine ve soruldu: “Miting için izin verdiniz mi?”
Vali Bey, kısa ve net cevap verdi:
“Bize yapılmış böyle bir başvuru yok!”
Peki, “sınırdaki şov” benzeri bir gösteriye İstanbul’da izin verilecek mi?..
Vali Muammer Güler’in cevabı, 2 cümleydi:
“Hayır!.. Asla!”
Öyle sanıyorum ki; Vali Bey’in bu açıklaması, “kamuoyunun duyarlılığı”na uygun bir cevaptır... Peki, bu tavra rağmen DTP’liler ne yapacak?.. Kamuoyunun duyarlılığını dikkate almayıp, “ortamı germeye” devam mı edecekler, yoksa “sorumluluklarının gereğini” mi yerine getirecekler?..
Korkarım ki; bu “gerilim stratejisi” bütün çabaları boşa çıkarır ve “en başa” dönülür!..
Oysa, “barış”ın gelmesi için, “sürecin devam etmesi” şart!..
DTP’liler başta olmak üzere, herkes aklını başına almalıdır!..