Ünsal “hoca”!
“İletmek” eski bir kelimemiz ama ondan türetilen “iletişim” çok yeni. 1970’lerde kullanılmaya başlanan bu kelimeden önce “muhabere” veya “haberleşme”, batıdaki karşılığı ile “komünikasyon” denirdi. Türkiye’de iletişim bilimleri ile ilgili ilk düzenli öğretimin Siyasal Bilgiler Fakültesi bünyesinde başlamasının bir sebebi olmalı. Bu fakültenin akademisyenlerinin dünyada olup bitenleri yakından takip etmeleri veya idareci yetiştirmek üzere kurulan bu kurumun iletişimin önemini takdirde süratli davranması bu sonucu doğurmuş olabilir.
Basın Yayın Yüksek Okulu, 1960’larda kurulduğunda, bu okulun gelecekte hayli yaygın bir alanın başlantıcısı olduğu pek farkedilmedi. Çünkü Türkiye’de radyo devlet elinde sınırlı bir yayın gücüne sahipken, batıda kullanılışının üzerinden on yıllar geçmiş olmasına rağmen televizyon yayını henüz başlamamıştı.
Türkiye’de iletişim alanı 1990’lardan sonra gerçek anlamda ilgi odağı oldu. Turgut Özal 1980’lerde devlet televizyonunu hareketlendirdiği gibi, 1990 sonrasında özel yayıncılığın yollarını da mevzuatı zorlayarak açtı.
Geçenlerde İstanbul’da hayatını kaybeden Ünsal Oskay, bu okulun ilk “mektepli” akademisyenlerindendi. ABD’de öğretim görmüş, fakat o yıllarda bilhassa SBF çevresinde şiddetli arızalara yol açan “devrimcilik” hastalığına mübtela olmuştu. Ünsal Oskay’ın o sıralar “devrimci komünikasyon” teorisyenliğine ciddi olarak kendini adadığının şahitlerindeniz. Oskay, sınıfta kendi içtiği gibi talebelerine de sigara içirirdi. Bu tavır bir nevi sistem karşıtlığı biçimine sokulsa da, sigara üzerinden sistem karşıtlığının bugünkü sigarasız dünyada yerini bulmak zordur! Sınıfta sigara devrimi yapan Oskay’ın öğrencilerle kolay iletişim kurma, babacan görünme yönünde tutum alışlarından biri de genç kız ve delikanlıları gıcıklayacak müstehcene açılan ifade tarzı idi.
O zamanların havasına göre, Türkiye’de devrim çok yakındı! Bu yüzden düşünce farklılıklarının üzerine her türlü imkânla gitmek mübahtı. Bu mübah alanın içinde, görüşleri uyuşmayan talebeleri bir şekilde cezalandırmak da vardı. Basın Yayın’daki talebeliğim sırasında, bana on üzerinden beş vermek cesaretini gösteren tek hoca Ünsal Oskay olmuştur. İtirazım üzerine, kağıdımı çıkarmış ve hakkımın 9 olduğunu, fakat, görüş farkından ötürü 5 verdiğini söyleyebilmiştir! Ben de bu açık sözlülüğü yüzünden itirazdan vaz geçtim. O sıralar, 7’nin üstündeki notlar geçer, ortalama düşük olursa bunun altındakilerden yeniden imtihan gerekirdi. 5’in altındakiler ise ortalama ne olursa olsun sınıfta kalırdı. Neyse ki, devrimci hoca bizi doğrudan sınıfta bırakmamış, yüksek ortalamamız sebebiyle de bir daha kendisiyle muhatap olmamız gerekmemişti!
1970’li yıllarda SBF ve Basın Yayın solun kalesi idi. 1960 darbesinin genç akademisyenlerinden Muammer Aksoy ve benzerlerinden sonra gelen Mümtaz Soysal kuşağı ve nihayet Ünsal Oskay kuşağı zihni yenileniş için gereken hürriyeti aramak yerine, devrim yaparak ülkeyi ve dünyayı nasıl kurtaracaklarını tedris etmeyi tercih ederlerdi.
Bu zihin hakikat ve ilim aşkından tamamen uzaktı. Kendisi sonradan karanlık bir cinayete kurban giden Prof. Muammer Aksoy’un müdürlüğü sırasında Basın Yayın’da bir cinayet işlendi. Silah şakası yapan gençlerden biri diğerini vurdu. Bu vak’a sabahleyin sağcı faşistlerin Basın Yayın’ı basarak devrimci bir genci (Şemsi Kuseyri) vurdukları şeklinde afişe edildi. O güne kadar Ankara’nın görmediği büyük bir yürüyüş ve gösteri yapıldı. Bütün üniversite öğretim üyeleri ve yüksek hakimler cübbeleriyle mitinge katılmışlar, Muammer Aksoy başta olmak üzere, faşizmi, gericiliği lânetleyen şiddetli nutuklar atmışlardı. Oysa, cinayetin işleniş tarzını hemşehrimiz olan okulun nöbetci müstahdeminden o sabah öğrenmiştik. Bizim sahip olduğumuz bilgiye müdürün sahip olmaması düşünülebilir mi?
Ünsal Oskay için yazılanlara baktım. Onun için bulunabilen olumlu sıfat “Hoca” idi. Hani bir okul dizisinde cumhuriyetci öğretmenin habire “Hoca camide! Hoca camide!” çırpınışını hatırlarsak bunun yaman bir çelişki olduğunu düşünebiliriz. Ünsal Oskay, belki de ilk ve son defa musalla taşında bir hocanın sözlerine muhatap oldu. O hoca da onun adına cemaatten helallik diledi!
Eğer Türkiye 1970’lerde fikir fukaralığı içinde debelenmese, yetişmiş beyinler bu fikir fukaralığına din veya ilim gibi inanıp ona göre tutum almasa idi, zihinler özgür kalacak ve gerçekten kalıcı fikirler üreten isimler ortaya çıkacaktı. Ünsal Oskay bu bakımdan şanssız diyebileceğimiz isimlerdendi. Gerçekten bu atmosferi aşsa, hür düşünebilse, ülkesinin medeniyet zeminini kavrayarak yazabilse veya konuşabilse idi, düşünce dünyamız kazançlı çıkardı. Fakat alan o kadar boş ki, bu yaptıklarıyla bile önemseniyor.
Meraklılara şahsımla ilgili not: Basın Yayın ve Yüksek Okulu’nu birinci olarak bitirdim. O sınıfların, koridorların havasından, öğreticilerin tavırlarından o kadar bizar olmuştum ki, bir daha diplomamı almak için bile semtine uğramadım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.