Anayasa kimi bağlar?
Yönetme hakkının halka ait olduğu demokrasilerin, halk tarafından anlaşılabilir bir yönetim biçimi olması şarttır.
Aksi takdirde demokrasi imkânsız olurdu. O zaman yönetme işinin ve yetki paylaşımının basit ve sade kurallara bağlanması, bu kuralların da herkesin elinin altında bulunması icap eder. Anayasalar öncelikle bu iş için vardır. Anayasaların sadece anayasa hukukçularının fikir yürütebileceği bir alan olduğunu düşünmek demokrasiyi reddetmek demektir. Anayasalar, egemenliğin kullanımını düzenler ve temel hak ve özgürlükleri garanti altına alırken, herkesin özümseyeceği ve gerektiğinde kullanacağı anlaşılır ortak kuralları bir araya getirirler.
Anayasa'mızın 6. maddesi "Hiçbir kimse veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz." diyor. Yine Anayasa'nın "kanunsuz emir"i düzenleyen 137. maddesi; "Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir." demektedir. Anayasa'nın 42. maddesindeki değişiklikten sonra başörtülü öğrencileri üniversite kapısından içeri almayan üniversite yönetimleri anayasaya göre açıkça suç işlemektedir. "Anayasa hükümlerine aykırı" bu emri yerine getirenlerin de iyimser bir yorumla bu emri yazılı istemeleri gerekir. Ancak daha ilerisi bu emir, anayasaya açıkça aykırı ve öğrenim özgürlüğüne tecavüz eden bir suçtur. Böyle bir emrin yerine getirilmesi de suç teşkil eder.
42. madde diyor ki; "Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez." Bu anayasa hükmüne göre, başörtülü öğrencileri kapıdan geri çeviren üniversite yönetimlerinin "kanunda açıkça yazılı bir sebep" bulmaları gerekir. Yasağı sürdüren Marmara üniversitesi Senatosu'nun anayasa değişikliklerinin "doğrudan uygulanabilir hüküm içermemesi" gerekçesi, anayasanın kendisine aykırı. Anayasa değişikliği sizi bir işlem veya eylem tesis etmeye değil, var olan bir işlem ve eylemi ortadan kaldırmaya mecbur bırakıyor. Size düşen, sadece ve sadece anayasanın size getirdiği yasağa uyarak, artık anayasaya açıkça aykırı olan yasağı kaldırmak. Marmara üniversitesi Senatosu'nun yaptığı gibi "hukukun üstünlüğü ve toplumsal barış" gerekçesini keyfî bir yorumla anayasanın karşısına yerleştirmek, ortada ne hukuk ne de barış bırakır. Hukukun üstünlüğü, anayasaya bağlılığı emreder. Anayasayı bile bir mutabakat çerçevesi olarak görmeyen bir kurum, ağzına "toplumsal barış" sözünü alamaz.
Başörtüsü yasağını inatla uygulayan diğer üniversiteler, anayasa değişikliğinin yetmeyeceğini, mutlaka ek 17. maddede de değişiklik yapılması gerektiğini öne sürüyorlar. Bu iddia da hukuka aykırı. Ek 17, mevcut haliyle üniversitelerde kılık-kıyafeti serbest bırakıyor. Yapılacak ilave bu serbestiye getirilecek sınırlamaları içerecek. "Ek 17 değişmeden ben yasağı kaldırmam" demek, kaynağı anayasa ve kanun olmayan ve özgürlüğü kısıtlayan bir yetkiye "ben fiilen sahibim" demek. Belki evrensel hukukun kabul edemeyeceği bir gerilik. Diyor ki, "ben yasağı anayasaya veya kanuna dayanmadan koyarım, kaldırmam için 'bu yasağı kaldır' diyen açık bir kanun hükmü gerekir." Halbuki "kaldır" diyen açık anayasa hükmü 42. maddede zaten var.
Asıl terslik şurada. Anayasaların gücü, temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alınması içindir. Temel hak ve özgürlükler çoğunluk tarafından tehdit edilir. Rektörlerin direndiği özgürlük, toplumun % 80'inin savunduğu bir özgürlük. Yani azınlık, aslında kendisi için var olan, öncelikle kendisini koruması amaçlanan anayasayı, çoğunluğun özgürlüğünü baskı altına almak için eğip büküyor, zorluyor ve içini boşaltıyor. Anayasanın bir ortak mutabakat çerçevesi olarak gücü ve itibarı azınlık tarafından zedeleniyor. Azınlık, üzerine bastığı zemini çürütüyor. Anayasa herkesi bağlar. Herkesi bağladığı zaman da önce azınlığı korur. Rektörlerin çoğunluk üzerinde tahakküm kurarken, içini boşalttıkları anayasanın öncelikli varlık sebebi budur.