Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Bir oportünist ceditci

Bir oportünist ceditci

200 yıldan beri bir ceditcilik furyası var. Bu furya zaman zaman neomutezile akımı olarak da isimlendiriliyor. Muhammed Abduh, Risaletü't Tevhid adlı eserinde gizlemeye çalışsa da modernist bir kisvede neomutezile, neomutezile kisvesinde bir modernisttir. Tefsir anlayışında Zemahşeri'nin çağdaş bir kopyasıdır ve bu husus ispat edilmiş bir meseledir. Lakin ceditcilik akımı birkaç parçada mütalaa edilebilir. Bu hususta bazıları ilkeci ve samimidir. Belki de Musa Carullah Bigi buna örnek olarak verilebilir. Bir de konformist ve oportunist yenilikçiler var ve bunlar her kılığa girmektedir. Bunlara da hadis diliyle 'ruvaybida' denilmektedir yani değerlerin aşınmasıyla ve ehliyetin azalmasıyla birlikte yüksek mevkiye çıkmış bodur ve fodullardır. Bundan dolayı müceddit olmadıkları halde tecdit peşinde koşturduklarından dolayı Şeyhülislam Mustafa Sabri tarafından bunlara 'dini mücedditler' deniliyor. Dini mücedditlerin yerini şimdi de sayısı belirsiz mehdi müddeileri almıştır. Ülkemizde bunlardan birisi olan şahıs Muhammed Esed ve Emin Huli gibilerle birlikte hatemiyet noktasında şüpheleri olan Kadiyaniler için olumlu ifadeler kullanmaktadır ( Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, Sidre Yayıncılık, s: 2001). O zatın yavaş yavaş başörtüsüne teferruat hatta daha sonra rahibe kıyafetine indirdiğini biliyoruz. Türkiye'nin borçları nedeniyle hac ibadetini de sakıt etmişti. Lakin Paris'e yapılan yılbaşı turlarıyla alakalı tek bir kelam ettiğini bilmiyoruz. Yazar erken dönemlerinde bile başörtüsünü şekilperestlik olarak nitelendirmiştir ( Nokta, 11 Aralık 1988).Lakin vaktiyle tepkilerin cılız olması istidracını derinleştirmiştir.

O dönemden itibaren özellikle de Kuşadalı İbrahim Halveti'den yola çıkarak kurumsal olarak tarikatların devrini tamamladığını savunmuştur. Dünyada da birçok mutasavvıf o dönemlerde aynı kanaati paylaşmıştır. Lakin bu tezi geriye doğru işleterek Mevlana gibilerin tarikat kurmak bir yana bir tarikata intisap ettiklerini bile reddetmiştir. Yani tarikat mefhumunu toptan reddetmiştir. Buradan da yola çıkarak tarikat ve tekkeleri kapatan Mustafa Kemal'in dini tecdit yaptığını savunmuştur. İnkilaplara İslami zaviyeden olumlu bir değer yüklemiştir. Benzeri bir yaklaşımı Mısır'da Abdulmüteal es Saidi 'el Müceddidune fi'l İslam' kitabında sergilemiştir. Kuşadalı İbrahim Halveti'nin kendisine işaret ettiğini söylerken İmam-ı A'zam'ın da Mustafa Kemal'e işaret ettiğini ileri sürmüştür. Halbuki, Can Dündar'ın hazırlamış olduğu Mustafa'daki algı tamamen farklıdır. Esasında Mustafa Kemal ile İmam-ı A'zam arasında bağlantı kurması yeni değil ve ibadet dili tartışmalarının tabii uzantısıdır. Bununla birlikte şeklen uygulama ile tez arasında bir bağlantı varsa da bu benzerlik eksiktir zira Mustafa Kemal'in Türkçe ibadet konusundaki yaklaşımında dini referans aldığına ve dini bir boyut olduğuna dair bir kanıt yok. Seküler olana ve alana dini bir anlam atfetme ve yükleme görevi bu zata düşmüştür. Bu tip din adamları Bel'am'a benzetilmiştir. Dini reformlar daha ziyade Batı'daki uygulamaların bir yansıması olarak kabul görmektedir. Dolayısıyla burada sadece İmam-ı A'zam'ı istismarı değil aynı zamanda Mustafa Kemal'in de tahrifatı vardır. Pratik nedenlerle laik kesimler bu tahrifata ses çıkarmasalar bile bu tarihi perspektiften doğru değildir. İmam-ı A'zam ibadet dilinin muvakkaten Arapça dilleri dışında olabileceğini söylemiş ve daha sonra bu görüşünden caydığı ve rücu ettiği ve mezhebin imameynin muhalif görüşünü esas aldığı takarrur etmiştir. Lakin zikir olduğundan dolayı hutbelerin en azından bir bölümünü Arapça dışında yapılabilineceğine dair İmam-ı A'zamı'ın görüşü uygulama alanı ve kapsamı bulmuştur.

Sünnetin reddi meselesinde de ceditcimiz İmam-ı A'zam'ı referans aldığı intibaı vermektedir. Bu hususta İmam-ı A'zam'dan ziyade İbni Haldun'un bu hususta ona mal ettiği görüşü esas aldığı söylenebilir. Esasen hadis hususundaki referansı ve dayanağı Mahmut Ebu Reyye'dir ve onun İmam-ı A'zam'la hiçbir alakası yoktur. İbadet dili meselesinden dolayı İmam-ı A'zam'ı Mustafa Kemal'in devrim ve inkilaplarının öncüsü olarak göstermiştir. Halbuki Gündüz Aktan ise yeni rejimin Maturidilik ile birlikte akılcılıkta Mutezile İmamı Kadı Abdulcebbar ve maslahatçılıkta ise Necmeddin Tufi'yi esas aldığını savunmuştur. Sonra onu reenkarnasyonu benimserken görüyoruz. 'Kanbersiz düğün olmaz' misali onsuz da hiçbir reform çığırı görülmüyor. Bundan dolayı 1990'lı yıllarda kaderi örten ve belirsiz hale getiren İslam Gerçeği çalışmasına katkıda bulunmuştur. O sıralarda Prof. Mehmet Bayrakdar bu çalışmayla alakalı olarak bir reddiye kaleme almıştır. Lakin aradan geçen 15 yıl kadar sonra yine ceditcimiz diyalog karşısında onu referans isimleri arasına katmıştır. Kendisini 20 ve 21'inci yüzyılın süper müceddidi olarak saymakla kalmamış ve Halveti üzerinden giderek ve kendisine işaret ettiğini söyleyerek mehdiliğe de soyunmuş ve heves etmiştir. Süleyman Ateş ile birlikte Mescid-i Aksa'nın Kudüs'te değil de Mekke'de Cirane Vadisi'nde olduğunu ve bu meseleyi Emevilerin saptırdığını savunmuştur. Anti emperyalist yazarımız böylece fiiliyatta hilafını yapmıştır. Emperyalizme en büyük hizmeti ifa etmiştir. İsrail'i büyük bir gaileden kurtarmış ve Filistinlilerin davasını boşa düşürmüştür. Lakin içine düştüğü kibir çukuru nedeniyle laik kesimlerin de eline avucuna sığmaz hale gelmiş ve böylece kullanılma miadını doldurmuş ve bütün kapılar yüzüne kapanmaya başlamıştır. Önce ikinci eşi müceddidini, Mehdi hazırlayıcısıyla basmış ve basına malzeme olmuştur. Seküler kesimlerin mehdisi olan bu zat seküler hayatındaki düzensizlikler nedeniyle bu kesimin de gözünden düşmüştür. En son 'ismim vasıtasıyla bir partiye prim veriyorlar' diye yüksek perdeden uçunca ve stüdyoyu terk edince kurumu da kendisini terk etmiş ve kapıyı göstermiştir. CHP'den sonra kendi partisi de kendisine yar olmamıştır. Aile hayatı, siyasi hayatı ve basın hayatı hepsi de fiyasko ile kapanmıştır. Bu ilahiyatçımız, ceditciliğin oportünizm damarını ve kolunu temsil etmektedir. Böyle birisinin İmam-ı A'zamla ne gibi bir ilişkisi olabilir? İmam-ı A'zam'ı basamak yaparak yükselme derdinden gayrı. Belki de ortaklık Abdurrahman Kuki'nin saltanat ulemasından Tantavi'ye atfettiği 'ruvaybida' sıfatında gizli olmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi