Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Yumuşak gücün sınırları

Yumuşak gücün sınırları

Esasında yazımın başlığını önce 'Davudoğlu'nun tezinin iflası' olarak düşünmüştüm sonra da sansasyon olmasın diye 'yumuşak gücün sırırları' şeklinde değiştirdim.

Gerçekten de hem İsrail hem de Filistinlilerle dost olabilir miyiz? Ya da gerçekten de Kafkaslar'da hem Azerbaycan hem de Ermenistan'la aynı anda ve şu pozisyonda dost olabilir miyiz? Teorik olarak bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün. Lakin bu imkan bizden ziyade objektif şartlara bağlıdır. Yani bütün unsurlar pozitif bir çizgi üzerinde seyrederse mümkündür. Lakin bizim dışımızda bazı unsurlar negatif seyir içinde olursa bu politika iflas eder. Ahmet Davudoğlu'nun komşularla sıfır sorunlu ve pürüzsüz ilişki kurma politikası hem kulağa hem de kalbe hoş geliyor. Zira insan krizden ve buhranlardan hoşlanmıyor. İnsan kalbi krizlere dayanmıyor. Başbakan Erdoğan da Tahran da 'düşman kazanma dost kazan' mesajı verdi. 'Kazan kazan' bu politikanın billurlaşmış ve sloganlaşmış halidir. Lakin Başbakan Erdoğan'ın da hem Filistinlilerle hem de İsraillilerle dostluğu birlikte götüremediği anlaşılıyor. Bunu kendisi gibi bir Kasımpaşalı ve ötesinde üniversiteden sınıf arkadaşı olan Türkiye göçmeni İsrailli bir Yahudi söylüyor.

İsrailli savunma şirketi SACO'nun CEO'su ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın üniversiteden sınıf arkadaşı Refael Sadi, 29 Ekim Cumhuriyet bayramı resepsiyonunda Tel Aviv'den Erdoğan'a 'Lütfen bizi oy için kullanma mesajı' göndermiş. Sadi de, 2 yıl önce İsrail temasları sırasında kendisini ziyaret eden ve bir dönem aynı sırayı paylaştığı Başbakan Erdoğan gibi, Kasımpaşalı... Üniversiteden sonra İsrail'e göç eden meşhur Tahtakale pazarı esnaflarından birinin oğlu. Üniversiteyi Başbakan Erdoğan ile birlikte o dönemin 'İktisat Okulu'nda okumuş. Akşam muhabiri Mahmut Gürer, Sadi'ye, Türk Büyükelçiliği'ndeki resepsiyonda süreci nasıl değerlendirdiğini soruyor. Sadi'ye göre, kriz yeni başlamadı 2003'ten beri yani 6 yıldır yürüyen bir kriz var. Türkiye altı yıldır savunma gereçleri anlamında İsrail'den hiçbir şey almıyor. Krizin seviyesi ve şiddeti ne yazık ki sürekli artıyor. "Başlangıcını, Filistinli Şeyh Yasin'in öldürülmesi olarak almak gerekiyor diye düşünüyorum. Bu olayın ardından Başbakan Erdoğan, bir çıkışla o zaman kendisini ziyaret eden dönemin İsrail Savunma Bakanı'nı Türkiye'ye gideceğine pişman etti. 'Siz terör ülkesisiniz, cinayet işlediniz' dedi. Çok ağır bir dille eleştirdi. Şeyh Yasin'in 400 İsrailliyi katletmesinin emrini veren kişi olduğunu hiç gündeme getirmedi. Başbakan Erdoğan'ın ve Türkiye'nin politikasının son derece bilinçli olarak uygulandığını düşünüyorum. Cumhurbaşkanı Şimon Peres'le Davos'ta yaşanan kriz ise verilen mesajların en önemlisiydi. Çünkü Peres, 'One minute' krizinin ardından Başbakan Erdoğan'a çok önemli bir mesaj verdi ve dedi ki: 'Sen beni bu tavrınla kavgaya çekmeye çalışıyorsun. Ama ben bu oyuna girmeyeceğim, seninle kavga etmeyeceğim.' Verilen mesajın özü buydu. Bunun Kasımpaşacası budur. Çünkü ben de Başbakan Erdoğan gibi Kasımpaşalıyım. Kriz kolay kolay çözülmez. Ne zaman ki, bir Türkiye-İsrail ilişkisi Filistin'den ayrı olarak ele alınır o zaman bu kriz ortadan kalkar." Rafael Sadi'nin sözleri Davudoğlu'nun tezini fiilen geçersiz kılıyor ve çürütüyor. Çünkü birisiyle iyi olmanız diğeriyle kötü olmanıza bağlı. Yani Davudoğlu'nun zannettiği gibi simetrik değil asimetrik bir durum.

*

Demek ki, krizin çözümü belli. Türkiye ya Filistin'i ya da İsrail'i seçecek. Yani bütün komşularla veya bölge ülkeleriyle sıfırlanmış ve pürüzden arındırılmış bir ilişki türü mümkün değil. Eğer İsrail kendiliğinden ıslah-ı hal olursa o zaman belki Davudoğlu'nun tezi bir hakikat payı kazanabilir. Ermenistan cephesinden de benzeri sesler geliyor. Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbandyan da Rafael Sadi gibi , Türkiye ile Ermenistan arasındaki açılımla, Yukarı Karabağ meselesinin "iki ayrı süreç" olduğunu savundu. Nalbandyan, Reuters'a verdiği demeçte (31/10/2009), sadece Ermenistan'ın değil, uluslararası toplumun da yaklaşımının bu yönde olduğunu iddia etti. Türkiye ile Ermenistan arasındaki müzakerelerin sona erdiğini hatırlatan Nalbandyan, tarafların bu ay imzalanan protokoller çerçevesinde sınırlarını açarak diplomatik ilişkileri kurmak için hızla harekete geçmekle yükümlü olduğunu ifade etti. Sözlerini "Eğer onaylamayacak ve uygulamayacaksak neden iki protokol imzaladık?" diye sürdüren Nalbandyan, tüm uluslararası toplumun, protokollerin hızla onaylanması ve uygulanmasını, ayrıca protokollerdeki anlaşmalara uyulmasını beklediğini düşündüğünü söyledi. Nalbandyan bütün küstahlığıyla , taraflardan biri, onaylama ve uygulamayı geciktirir ya da bazı engeller çıkarırsa bunun olumsuz neticelerinin sorumluluğunu tamamen yüklenebileceğini savunuyor. Açılım konusunda Apo ile Nalbandyan aynı dili yani tehdit dilini kullanıyorlar. Nalbandyan'ın söylemediğini Aznavur söylüyor ve Türkiye'den toprak talep ediyor. O da açılımı destekleyen isimlerden. Bir Ermeni patriği ise Aznavur'un unuttuğunu; tazminat meselesini gündeme getiriyor. Yakında 'Ölülerimizi de geri isteriz' diyebilirler.

Yani ortada üçüncü bir tercih imkanı veya vasat bir çözüm ihtimali gözükmüyor. İki dostluğu birden götürmek bir koltukta iki karpuzu taşımak gibi bir şey ve mümkün olmuyor. Allah bir kalpte iki sevgi veya dostluk yaratmamış.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi