10 Kasımda ne yapalım?
Unutmadığım bir matem günü... Soğuk bir günün sabahında geç kalan ilkokul öğrencisinin şaşkınlığını, dehşetini aradan bunca zaman geçtikten sonra tam mânasıyla yansıtmak mümkün mü?
O gecikmiş çocuğun telaşlı sabahında “Cumhuriyet ilkokulu”nun girişinden itibaren bir ağırlık hissediliyordu. Kimse sınıfa girmemişti. Herkes ahşap zeminli koridorda toplanmıştı. Büstün sağına ve soluna dizilmiş müdür ve öğretmenler daha önce göremediğimiz bed suratlarıyla geç kalan talebeyi süzüyordu. Belki de o anda yapılabilecek tek şey oydu. Çünkü uzun zamandır birisi “tıp” demiş gibi öyle kalakalmışlardı...
O gün 10 Kasım imiş; yani “Matem günü”. (Daha sonra “yas günü” oldu). Galiba Atatürk’ün ölümünün üzerinden 20 yıl geçmişti. Türkiye 20 yıldır bir şoku atlatamamış gibi, yapmacık bir yas “mod”una giriyordu. Ardından da “Atam sen kalk da ben yatam” veya “Doktor doktor kalksana” tarzında primitif şiirler okunuyordu. Atatürk ölünce herşey bitmişti! Bir daha da onun gibi bir şahsiyet gelemezdi. Öyleyse, ülkenin istikbâli karanlıktı, geleceğe güven duymamız mümkün değildi!
Aradan geçti nice on yıl daha... Geldik 71. Yıldönümüne... 10 Kasım’ın ağır havası şimdiden memleketi bastı. Köşe çiziktiricileri başladılar döktürmeye. Kurtuluş Özerk, 9 yaşında nasıl “hafız-ı Gençliğe Hitabe” olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyor. (İsim yabancı gelmesin, çünkü meşhur bir medyatörün öztürkçeleştirilmiş adı). Ağır hava Meclis’e doğru ilerliyor. “10 Kasım’da sen Büyük Millet Meclisi’nde nasıl memleket meselesi konuşursun? Kendine gel!”
Peki memleket mevzularını bırakalım, 10 Kasım bahislerine erken başlayalım. Önce Atatürk adına inşa edilen, mezar, kabir ve türbe ötesi yapıdan başlayalım. Bunu boşuna söylemiyoruz. İstanbul’da Minyatürk’e gidip büyük mimari eserlerin minyatür modellerini görenler, Türkiye’nin Cumhuriyet dönemindeki en büyük mimari yapısının Anıtkabir olduğunu keşfedebilirler.
Pozitivist, müsbet bilimci Cumhuriyet’in en büyük yapısı bir mezar olabilir mi?
Osmanlının en büyük yapıları, ibadethaneler ve kışlalar...
Önümde Anıtkabir’le ilgili proje yarışmasında birinci seçilen eserin resmini gören dolarla fazla samimi işadamı bir tanıdığım, ne olduğunu bilmeden, “bu binayı bir yerden tanıyorum” demez mi? Der elbette! Hem de dolarları çıkarıp önüne serer.
Amerikan dolarının arka yüzünde, ABD’nin ilk başkanı George Washington’un kabrinin resmi vardır. 1942 yılında yapılan Milletlerarası mimari proje yarışmasında birinciliği kazanan eser, nasıl bir tesadüfse, Washington’un kabrinin neredeyse tıpatıp aynısı idi!
“Yani şimdi sen Anıtkabir yarışmasını kazanan mimari proje intihal (çalıntı) mı diyorsun?” Ben bir şey demiyorum! Benzerliğe dikkat çekiyorum.
İkinci Dünya Savaşı’nın talihinin Hitlerin aleyhine döndüğünün anlaşılmaya başladığı ve ABD’nin dünyanın dizginlerini ele almak üzere harekete geçtiği bir zamanda bu benzerlik manidar sayılabilir mi?
Her ne sayılırsa sayılsın. Sonunda Washington’un kabrine benzerlik sağlayan ve raporda “Anıtkabir’in yakından görüldüğü kadar uzaktan da görülmesi lâzımdır. Aynı zamanda kullanılacak mimari motifler, abidenin uzaktan tesirini kaybetmeyecek küçük detaylardan ziyade azamet ve kudreti ilham edecek büyük unsurlar olmalıdır” cümlesiyle tarif edilen çıkıntı, gerçekleşme aşamasında yapılmamıştır. Muhtemelen, yapılması mümkün olmamıştır! Türk’ün atasının mezarı ABD’nin atasının mezarına tam mânasıyla benzemekten böylece kurtulmuştur!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.