Allah'ın ipine sarılmak, dağılıp ayrılmamak
Bugün İslam dünyasına baktığımızda, en önemli sorunlardan birinin parçalanmışlık olduğunu görüyoruz. Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamı aynı çatı altında, ancak Müslüman ülkeler arasında yeterince iş birliği hala kurulamadı. Müslüman ülkelerdeki mezhepler, cemaatler, tarikatlar ve kuruluşlar arasında olması gereken kaynaşma ve yardımlaşma, kısacası dayanışma yok.
Oysa Yüce Allah Kur’an’da, tüm Müslümanların birlik olarak "birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi" (Saff Suresi, 4) yaşamaları gerektiğini haber verir, “Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın...” (Ali İmran Suresi, 103) buyruğuyla da birlik ruhu içinde hareket etmelerini ister.
Birlik olmamaları halinde ise, güçlerinin azalacağını, “Allah'a ve Resulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46) ayetiyle haber verir.
Bu ayet, günümüz dünyasında Müslümanların neden yeterince güçlü olmadıkları sorusunun da cevabı. Cevap; “birlik ruhu içerisinde olmamak”. Oysa Müslümanlar birlik olsalar; İslam ülkelerini kalkındırmak, zulüm görenlere yardım etmek ve onları korumak için gereken fikir mücadelesini yapmak, Kur’an ahlakını tüm dünyaya tebliğ etmek, İslam adına ortaya çıktığını iddia eden sapkın terörist akımları engellemek, bilim, sanat ve kültür alanında gelişme kaydetmek gibi pek çok başarıyı- Allah’ın dilemesiyle- kazanabilirler.
Kur’an ahlakı gereği tüm farklılıklara rağmen ırkı, dili ya da mezhebi ne olursa olsun tüm Müslümanlar kardeştir. Bütün Müslümanlar aynı Allah’a ve peygambere iman eder, aynı Kitabı okur, aynı kıbleye yönelerek namaz kılar ve ahirette aynı güzel karşılığı umarlar. Her Müslüman; cinayet, zulüm, hırsızlık, sahtekarlık, sapkınlık gibi günahlara karşıdır ve aynı ahlaki değerleri savunur.
İnananların Sorumluluğu
Samimi mümin, çevresinde yaşanan olaylara karşı duyarlıdır. Allah yolunda olan ve O’na teslim olmuş bir insan, yeryüzünde iyiliğin temsilcisidir. O halde zulüm ve teröre karşı tepkisiz kalamaz. Müslüman, suçsuz insanları katleden terörün, gerçekte en büyük düşmanıdır.
Çevrelerindeki olaylar kendi çıkarlarına dokunmadığı sürece rahatsızlık duymayan kimseler, Kur’an ahlakının kazandırdığı fedakarlık, dostluk, dürüstlük ve yardım anlayışından yoksundurlar. Yaşamları boyunca, insanlığı bekleyen tehlikelerden habersiz, nefislerinin bencil tutkularını tatmine çalışırlar. Oysa Allah, iyilik yapan, çevresine hayırlı ve olaylara karşı ilgili olan, insanları doğru yola çağıran bir ahlakı tavsiye eder. Söz ettiğimiz bu farklı insanlar bir Kur’an ayetinde şu şekilde tarif edilir:
"Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?" (Nahl Suresi, 76)
Ayetteki gibi ‘dosdoğru yol üzerinde bulunan’, Allah'tan korkup sakınan, değerleri önemseyen, ülkesine ve insanlığa hizmeti görev edinen bir insan, yaşadığı topluma büyük yararlar getirir. Bu nedenle insanların gerçek dini öğrenmeleri ve Kur’an'la bildirilen üstün ve güzel ahlakı yaşamaları son derece önemlidir. Bu insanlar Kur’an’da, "Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu (güzel olanı) emrederler, münkerden (çirkinden) sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir." (Hac Suresi, 41) ayetiyle tanımlanırlar.
Allah'ın buyruklarını yerine getiren, Kur’an ahlakını dikkatle uygulamaya çalışan, dünyayı yaşanılacak güzel bir yer haline getiren, barışı ve huzuru hakim kılan insan samimi mümindir. Ve hedefi Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla iyilik ve hayır yapmaktır. Bir Kur’an ayetinde Rabbimiz müminlere şöyle buyurur:
"... Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." (Kasas Suresi, 77)
Ayette de belirtildiği üzere Allah müminlerden güzellik ve iyilikte bulunmalarını, bozgunculuktan kaçınmalarını ister. İyilikte bulunanları "... Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır..." ayetiyle müjdeler, kötülükte bulunanları ise "... kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar." (Enam Suresi, 160) ifadesiyle uyarır.
İslam dini, terörün her türlüsüne karşıdır ve henüz eyleme dahi geçmeden, düşünce aşamasında terörü engeller. Toplumda barış ve adaletin sağlanmasını emreder ve insanları fitneden, kargaşa ve bozgunculuktan sakındırır.
Bediüzzaman da terör ve anarşinin insanların karşısında büyük bir bela olduğunu söylemiştir. Terörle mücadele ile ilgili çeşitli çözüm yolları sunmuş, insanları bu konuda bilinçlendirmeye çalışmıştır. O, "Dinin şiddetle men ettiği şey, fitne ve anarşidir. Çünkü anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık ahlakını ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar ahlakına çevirir…" (Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı, s.2216) sözüyle dinimizin terör ve şiddete bakış açısını en güzel şekilde ifade etmiştir. Bütün yaşamını da bu bakış açısını insanlara anlatmakla geçirmiştir. Üstad bir sözünde "Madem iman hizmetinde tam ihlasla, anarşiliği durdurmakla, asayişi muhafaza etmekle sabır ve tahammül gerekir. Ben de bunun için rahatımı, haysiyetimi feda ediyorum. Onları da helal ediyorum." (Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, 2 cilt, s. 200) demiş, anarşi ve terörle mücadelenin iman edenlerin üzerinde önemli bir yükümlülük olduğunu, bu mücadelenin sabır ve kararlılık gerektirdiğini ifade etmiştir.
Gerçek adalet ise, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmek, zulme asla rıza göstermemek ve mazlumun yanında olmaktır. Sahip olduğu Kur’an ahlakı ölçüsünde ön yargısız, tarafsız, dürüst, hoşgörülü, merhametli olan kişi, duygularının etkisinde kalmayacak, her durumda doğrudan yana olacak ve Nisa Suresi'nin 48. ayetindeki gibi, "insanlar arasında hükmedildiğinde adaletle hükmedilmesi" buyruğuna uygun adaletle hükmedecektir.
Yüce Allah'ın emrettiği adalet, dil, din, ırk ve etnik köken ayırt edilmeden, tüm insanlar arasında eşit uygulanacaktır. Günümüzde insanlara ırkları ya da tenlerinin rengi nedeniyle zalimce ve adaletsizce davranılmaktadır. Kur’an’da ise bu farklılıkların yaratılışındaki hikmet, insanların birbirleriyle tanışmaları olarak bildirilir:
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Aydınlık bir gelecek için, Kur’an ahlakının özünde olan birlik ve kardeşlik ruhunun yaşatılması son derece önemlidir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), "Size iki şey bırakıyorum onlara sımsıkı sarıldıkça asla dalalete düşmeyecek ve sapıtmayacaksınız; Kur’an ve sünnetim" sözleriyle Müslümanlara uymaları gereken yolu gösterir. Bizlere düşen bu yola uymak ve Allah'ın şu buyruğunu unutmamaktır:
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)