Önemli sorumluluğumuz
İslam dini, her türlü şiddete karşıdır ve inanan insanlar çevrelerinde yaşananlara asla tepkisiz kalmazlar. Müminler asla "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" gibi bir çarpık mantığa aldanmaz. Çünkü onlar, Allah'ın yolundadırlar ve iyiliğin temsilcileridir. Dünyanın dört köşesinde uygulanan zulme duyarsız kalamazlar. Suçsuz insanlara yönelik her türlü zulmün en önemli ve güçlü düşmanları samimi müminlerdir.
Yaşanan olaylar karşısında umursuz davranan, çıkarlarına dokunmadığı sürece rahatsızlık duymayan kişiler, özveri, dürüstlük, dostluk gibi Kur’an ahlakının kazandırdığı özelliklerden yoksundurlar. Ömürlerini bencilce tutkularını tatmin etmeye çalışarak, nimet ve güzellikleri tüketerek sürdürürler. Oysa Allah’ın beğendiği, çevresine hayırlı olan, olaylara duyarlı ve insanları iyiye ve doğruya davet eden ahlaktır. Bu üstün ahlaka sahip insanlarla, içi boş/yeşermeyen bir kütük gibi hiçbir yararı olmayan kişiler arasındaki farktan Kur’an’da şöyle söz edilir:
"Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?" (Nahl Suresi, 76)
Adil olan ve Allah’ın dosdoğru yolu üzerinde bulunan, içinde Allah korkusu ve sevgisi taşıyan, kutsalları önemseyen insanın yaşadığı topluma büyük yararlar getireceği açıktır. Dolayısıyla insanların Kuran’da işaret edilen güzel ahlakı yaşamaları çok önemlidir:
"Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu (güzel olanı) emrederler, münkerden (çirkinden) sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir." (Hac Suresi, 41)
Allah'ın hoşnutluğunu amaçlayan insan, Allah'ın razı olacağı ahlakı dünya hayatındayken kazanmak için ciddi bir çaba gösterir. Çabası sonucu merhamet, şefkat, adalet, dürüstlük, affedicilik, tevazu, özveri, sabır ve hoşgörüyü kazanır. İnsanlara güzellikle davranır, hayırlarda yarışır, "…Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla davran." (Hicr Suresi, 85) hükmü gereği iyilikte ve özveride bulunur.
Yüce Allah iman edenlerden insanlara iyi ve güzel davranmalarını, iyilik konusunda yardımlaşmalarını, bozgunculuktan kaçınmalarını ister. İyilik yapanları "... Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır..." ayetiyle müjdeler, kötülükte yapanları ise "... kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar." (Enam Suresi, 160) şeklinde uyarır.
Allah'a teslim olan mümin, Rabb’inin dosdoğru yolundadır ve gerçek anlamda iyiliği temsil eden kişidir. Dünyanın dört köşesinde uygulanan zulme ve şiddete karşı duyarsız olamaz. Mümin anarşinin asıl ve en büyük düşmanıdır. Toplumda barış ve adaletin hakim olması için mücadele eder, insanları fitne ve bozgunculuktan sakındırır. Dinin amacı zaten sevgidir; Allah sevgisidir, Allah korkusudur, kardeşliktir. Yüce Allah cinayet işleyeni bile affetmemizi isterken, böyle bir dinde şiddet ve terör nasıl olabilir?
Çözüm olarak yapılması gereken, o kişilerin beynindeki yanlışlığın düzeltilmesidir. Doğruların anlatılmasıdır, fikir yoluyla mücadeledir.
Kur’an ahlakını yaşayan insanın adalet anlayışında kişisel çıkarlar, dostluklar, arkadaşlıklar, akrabalıklar, insanların fiziksel farklılıkları asla etkili olmaz. Kararları yalnızca haktan ve doğrulardan yanadır. Kuran ahlakının tam olarak yaşandığı toplumlarda gerçek adalet ve güvenin hakim olacağı çok açıktır. Çünkü yalnızca içinde Allah korkusu taşıyan ve hesap günü Rabb’inin huzurunda yapayalnız sorgulanacağının şuurunda olan insan gerçek adaleti sağlayabilir.
Allah birçok ayette insanlara adaletin ayakta tutulmasını buyurur. Nisa Suresi 48. ayette "insanlar arasında hükmedildiğinde adaletle hükmedilmesi” bildirilir. Kuran'da adaletin tam bir tarifi yapılır, iman sahiplerine kişiler ve olaylar karşısındaki davranışları ve adaletin nasıl uygulanacağı bildirilir. Bu müminler için Allah katından çok büyük bir kolaylıktır. Bu sorumluluğun bilincinde olan samimi müminler, Allah'ın rızasını kazanmak ve huzur, güven, barış içinde yaşayabilmek için insanlar arasında adaleti eksiksizce uygulamakla sorumludurlar.
Allah'ın Kuran'da emrettiği adalet, tüm insanlar arasında eşit olarak uygulanır. Yer, zaman ve kişilerin dil, din, ırk ve etnik kökenlerine göre değişmez. Oysa bugün birçok yerde insanlar ırkları ya da tenlerinin rengi nedeniyle zulme uğratılmaktadırlar. Kur’an’da farklı halklar yaratılmasının hikmetlerinden birinin, insanların "birbirleriyle tanışmaları" olduğu haber verilir. Farklı ırk ve milletlerin bulunmasının bir amacı, çatışma ve savaş değil, kültürel bir zenginliktir.
Bu çeşitlilik Allah'ın yaratmasındaki bir güzelliktir, bir renktir. Taşıdığı hiçbir özelliği insana üstünlük kazandırmaz. Bu farklılıklar Allah Katında önemli değildir. Üstünlük yalnızca takva ile, yani Allah korkusu, Allah sevgisi ve O’nun sınırlarını korumadaki titizlik iledir.
Bütün bu sorumluluklarımızın bilincinde olmamız çok önemlidir. Sadece “iman ettik” diyerek cennete giremeyiz. Nefsimize hoş gelen şeyleri ezmezsek, o zaman sadece beden oluruz; et ve kemik oluruz. Davranışlarımızı vicdanımızın süzgecinden geçirmeli, ruhumuzu cennete uygun hale getirmeliyiz…