Yüzyılın en zor mesleği, insanı mutlu etme sanatıdır
Dünyanın ve Türkiye’nin her tarafında yüzlerce hatta binlerce meslek vardır ve her mesleğin kendine has kuralları bulunur. Lakin “insanı mutlu etme sanatı” en zor olanlardan biridir. Oysa en kolay olması gereken bir sanattır, ama ne yazık ki zorlaştıran bizizdir.
Dünyayı ve Türkiye’yi dolaşan biri olarak yaptığım gözlemlerden çıkardığım sonuç; “kendi kendisini mutsuz eden toplumların içinde birinci sırayı almamız”dır. Bizden başka sürekli şikâyet eden bir başka millete ve topluluğa rastlamadım.
Yediden yetmişe herhangi bir kişiyi seçin ve mutluluklarıyla huzursuzluklarını dinleyin, görülecektir ki “şikâyetleri”, “mutlu olabildiği” mevzuların tamamından kat be kat fazladır. Bunları söyledim diye aman birileri sazan gibi dalıp, muhalefet etme adına iktidara veya başka konulara meseleyi getirmesin.
İktidardan, muhalefetten, ülkede olup biten kargaşa ve kaos rantçılarından söz etmiyorum. Bakın, yazarken ben de şikâyet etmeyi ihmal etmedim. İşte bu örnekte olduğu gibi iyiyi ve güzeli yazarken bile dertleniyoruz. Hâlbuki daha değişik ifade edebilirdim ama aynı çemberin içinde yaşayınca doğruları eğri ifadelerle anlatıyoruz.
Demek istediğim işte bu halimiz. Kaynana kültürlü bir toplum oluşumuzdan mıdır, hakkımıza razı olmayışımızdan mıdır, “Onun var, niye benim yok” diye hırsımızdan mıdır, sebebi bilinmeyen kin ve öfkelerimizden midir nedir, “sevdiğimize bir gül verirken dahi eline dikeni batırarak veriyoruz.”
Bu meseleye fert bazında bakarak aile içerisinde tutalım. Bir insan, kendi beğendiği bir yere otursa, sırtını şöyle geriye yaslasa, rahat nefes alıp vereceği şekle gelse ve karşısına da bir ayna koyarak, aynadaki kişiye şunları sorsa:
“Ne zaman ve nerede dünyaya gelmiş, anne karnında kaldığı süreyle birlikte 7 yaşına kadar nasıl yetiştirilmiş?” Bu soruya cevaptan sonra 18 yaşına kadar nasıl ve hangi merhalelerden geçmiş. Bütün insanlarda bu dönem çok önemlidir. Bir kişinin karakterinin yüzde 50’si 7 yaşına kadar tamamlanmış olur çünkü.
Yine aynanın karşısındaki kişi sormalı: “Bugüne kadar kazandıklarında, yediklerinde, içtiklerinde ne kadar haram ve helal vardır? Dünyalık menfaatler için hiç ciddiye alınmayan ne kadar yalan söyleyip, başkalarını aldatmıştır ve bu aldatmanın sonucunda diğer insanlara ne kadar zarar vermiştir?”
Yine sormalı: “Başkalarının kazandıkları, harcadıkları üzerinde ne kadar durmakta ve kişiyi ne kadar meşgul etmekte. Neden kendisiyle ilgili bir şeyler anlatacağı zaman hiç tanımadığı insanların yaşadıklarından, harcadıklarından şikâyet edip, kendisine karşı bir savunma mekanizması meydana getirmekte?”
Daha sorulacak pek çok soru bulunabilir. Sorularla bunaltmak istemem kimseyi ama kendisine karşı dürüst olmayan insanların başkalarına karşı dürüst olması beklenemez. Çevremizdekilerin yaptığı yanlışlardan ders çıkarıp, “Kendimiz daha doğru nasıl yaparız?” diye gayret etmek varken, ne diye onların yanlışları üzerinde beyinlerimizi kirletip, biz de aynı sınıfa girelim? Oysa kendisini düzelten kişi, işlerini de düzeltir sözlerini de.
Çözümsüz problem yoktur. Yeter ki problemin değil, çarenin bir parçası olalım. İnsan fıtratı öyle yaratılmış ve öyle organize edilmiştir ki, bütünüyle çözüme endekslenmiştir. Aksi olsaydı, dünyanın dengesi bozulurdu. Dünya bir denge üzerine yaratılmıştır, bu dengenin tek hâkimi de insanoğludur. Dengenin bozulması veya düzelmesi, tamamen bizim elimizdedir.
Evet, sözü fazla uzatmadan, yukarıdaki sorulara yüreklice cevap verebildiğimizde kesinlikle görülecektir ki, “ektiğimizi biçiyoruz.” Kimse bize zarar vermiyor. Zarar verdiğini zannettiğimiz ve dertlendiğimiz her şeyin, bizimle bağlantısı olduğu açıktır. Sadece mazeretlere sığınarak kendimizi kandırmayalım yeter.
Sözün özü dostlar; insan rahatlıkla başkalarına yalan söyleyebilir ama kendisine zor yalan söyler. Karşımızdakine yalan söylerken anı kurtarma adına belki bir rahatlık yaşarız, fakat kendimize söylediğimiz yalanların ıstırabı altında inim inim inleriz. Mutsuz, geçimsiz, şikâyetçi olur, kırar, döker ve hep kendisinden kaçılan zor biri haline geliriz. Kısacası bunları yazan kişi de aynanın karşısına oturması gerekenlerden farklı değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.