Çiçek’ler ve Böcek’ler arasında kaynayan Dersim!
Dün, Meclis’teki “açılım oturumu”na kilitlenince; “Çiçek”lerden ve “Böcek”lerden bahsetmek, ister istemez bugüne kaldı… Malûm, “kadın”lardan bahsedilirken “çiçek” derler… “Erkek”lere de, “böcek” derler… Gelin, görün ki; “at izinin, it izine karıştığı” şu güzelim ülkemizde, hiçbir kavramı yerli yerinde kullanmak mümkün olamıyor… “Çiçek” dediğimizde, hemen “Albay Çiçek” geliyor aklımıza… “Böcek” dediğimizde de, odalara yerleştirilen “dinleme cihazları”ını ve “telefon dinlemeleri”ni konuşmaya başlıyoruz… Zaten, son günlerde, konuştuğumuz iki konu var: Birisi “Albay Dursun Çiçek’in tahliyesi”, diğeri de “yargı mensuplarının dinlendiği” iddiası… Gerçi, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, iddialar üzerine bir açıklama yapıp, “Dinleme kararı alınan telefon Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu’na tahsisli ve odasında kullandığı numaradır… Ancak bu da teknik sebeplerle gerçekleşmedi” deyip, üstüne basa basa “hiçbir telefonun dinlenmediğini” söylüyor ama, gel de onu “medya”ya anlat!..
Medya, çok affedersiniz “camış boku iriliğinde” harflerle; “Yargı şokta!.. Şok üstüne şok!.. Yargı savunmada!.. Yargı ayakta!” başlıkları atıyor ve böylece “gerçeğin” değil, “sansasyon” peşinde olduğunu gösteriyor.
ANALAR AĞLAMADI, ÇÜNKÜ!
Acaba, neden böyle yapıyorlar?..
Amaçları “gündem değiştirmek” mi, yoksa “hükümete muhalefet” etmek mi?..
Bana kalırsa, “bir taşla, iki kuş birden vurmak” istiyorlar… Yani, hem “hükümete muhalefet” ediyorlar, hem de “gündem karartıyorlar!”
Nedir gündemin ana konusu?..
“Demokratik açılım” sürecine karşı çıkan Onur Öymen’in, “CHP’nin kafatasçı zihniyeti”ni açığa çıkaran sözleri!..
Öymen, demişti ki; “Dersim İsyanı sırasında analar ağlamasın denildi mi?”
Aslında, doğru bir tesbit… Çünkü Dersim İsyanı sırasında, gerçekten de “analar ağlamasın” denilmedi!.. Evet, denilmedi; zira, “ağlayacak ana” bırakılmadı!
Hepsi de; çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, kadın-kız demeden, sığındıkları “mağara”larda “zehirli gaz”larla öldürüldüler!..
Demirel hükümetlerinin ünlü Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, muhtemelen emekli olduktan sonra, kendisiyle “evinde yapılan bir röportaj”da, Dersim olaylarının “neticesi”sini şöyle anlatıyor:
“Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler. Mağaralara iltica etmişlerdi.
Ordu zehirli gaz kullandı!..
Mağaraların kapısının içinden.
Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe, o Dersim Kürtlerini kestiler.
Kanlı bir hareket oldu.
Dersim davası da bitti.
Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi… Dersim böyle bitti.”
Nasıl bitmiş?..
“Zehirleyerek” bitmiş!..
“Keserek, doğrayarak” bitmiş!..
CHP’li Onur Öymen, 72 yıl sonra bugün, “Kürt Sorunu”nun da işte böyle bitirilmesini istiyor!..
Yani, “fare gibi zehirleyerek!”
Ya da, “hayvan gibi boğazlayarak!”
İnsanlar, Dersim’de olduğu gibi zehirlensin veya boğazlansın ki, “ağlamaya” fırsat bulamasınlar!..
TUTUKLAYAN DA HAKİM, BIRAKAN DA!
Bence, “gündemin ilk maddesi” budur!..
Bu olmalıdır!..
Ama, tıpkı CHP gibi “halktan kopuk” olan medya, “gündem değiştirme”ye çalışıp, yargıdaki “telekulak” iddialarını manşetlere taşımaktadır!.. Ki, “CHP zihniyeti” tartışılmasın!..
Sadece “CHP’deki terminatör zihniyet” değil, “darbe plânları” ve “ıslak imza”lar da tartışılmasın ki, güzide ordumuz yıpranmasın!..
Oysa, güzide ordumuz, “eylem ve söylem”leriyle, kimseye hacet bırakmayıp kendi kendini yıpratıyor ve kendisine duyulan “güven” duygusunu sürekli aşındırıyor ama, “muvazzaf medya”mız, kendine “misyon” edinmiş işte; illa koruyacak ve kollayacak!..
“Askerden de askerci” bir tavır sergileyen “muvazzaf medya”mız ne kadar çırpınırsa çırpınsın, “Albay Dursun Çiçek’in, tutuklandıktan 43 saat sonra tahliye edilmesi”ni izah edemez!..
Öyle ya;
Bütün “emekli askerî hakim”lerin, “emekli savcı”ların ve birçok “baro başkanı”nın; “Albay Çiçek bu işi tek başına yapamaz!.. Bu, bir karargâh çalışmasıdır… Savcılar, emri verenleri de soruşturma kapsamına almalıdır!.. Belgenin; emir-komuta zinciri içinde bir cunta örgütlenmesi tarafından hazırlandığı çok açıktır… Asıl ortaya çıkarılması gereken, Çiçek’in ardındaki cuntacı yapılanmadır!.. Çünkü, bir albay, boyundan büyük işlere tek başına kalkışamaz!.. Bu soruşturma Çiçek’le sınırlı kalmamalı, buzdağının görünmeyen kısmına da inilmelidir” derken, Albay Dursun Çiçek yine serbest bırakılmıştır!..
Bu “tahliye”nin izahı yoktur!..
Mahkemeler “Artema musluğu” mudur ki, “aç-kapa, aç-kapa” yapıyorlar?..
Şu garabete bakar mısınız;
Albay Çiçek’i “tutuklayan” da hakimdir, “tahliye” kararı veren de!..
O zaman, insan sormadan edemiyor;
“Kimin kararı doğru?”
SANIK ALBAY: BEN DE DİNLEDİM!
“Muvazzaf medya”mız işte bu soruları sormak yerine, kafayı “telefon dinlemeleri”ne takmış!..
Ama, ne takış;
TİB Başkanı Fethi Şimşek’in; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da, “hem de hakim kararı olmadan 6 yıl süreyle dinlendiği”ne dair sözleri “bit” kadar, “yargının dinlendiği” ile ilgili iddialar ise “camış boku” büyüklüğünde!..
Aaa, o da ne?..
Ergenekon Terör Örgütü sanığı Albay Hasan Atilla Uğur’un, “ben de dinledim” itirafları, “muvazzaf medya”da, neredeyse hiç yok!..
Varsa-yoksa, yargının dinlenmesi!..
O da, “olmayan” dinleme!..
Efendim, Albay Hasan Atilla Uğur’u tanırsınız… Kendisi, tutuklanmadan önce Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Teknik Takip Daire Başkanı’ydı…
Önceki gün “internet siteleri”ne düşen bir “ses kaydı”nda Albay Uğur diyor ki;
¥ “Teknik İstihbarat Daire’de iken ben de adam dinledim… Hepsi elimde… Ha, ben de 2003’te Teknik İstihbarat Daire’de adam dinlemişim… Evet dinledim!.. Kimi dinledim, şeylerin hepsi elimde… Ben de onları dinlemişim… Artı, yapılan operasyonlar var.”
Konuşmaya devam ediyor albayımız:
¥ “TSK bizi vererek hata yaptı, bu çok açık. Atilla Uğur’un hiçbir önemi yok… Ben kendimi çok şey zannetmiyorum… Bizim üzerimizden Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün omurgasını kırdılar. Yani sarı öküzü verdiler. En sonunda diğer öküzler toplanacak, diyecekler ki; nerde hata yaptık?.. İlk gün, sarı öküzü verdiğinizde yaptınız o hatayı.”
¥ “Adli Müşavirlik çalışıyor… Bir sürü gazeteci tutuklanacak… Ama her şeyin bir zamanı var. Ben biliyorum orada çok güzel çalışma yapılıyor… TSK’nın aleyhine çalışanların hepsi yasalara göre suç işliyorlar… (…) Adli Müşavirlik bunları güm diye koyacaklar… Açıklama falan değil, güm diye koyacaklar. Bir sürü adam tutuklanacak, öbür taraftan!.. Ondan sonra göreceğiz biz… Bu iş, böyle!..”
Nasıl, son derece enteresan bir “konuşma” ve son derece enteresan bir “itiraf” değil mi?..
Görüyorsunuz, albayımız cezaevinde bile “istihbaratçılığa” devam ediyor… Hem “geçmişte yaptıklarını” anlatıyor, hem de “gelecekte yapılacak olanları” haber veriyor!..
Gelin, görün ki;
Bu haber de “muvazzaf medya”da yer almadı… “Miyop” olduğum için, belki de ben göremedim!..
Oysa, “yargıda olmayan dinleme haberi”ni manşetlerden vermeye devam ediyorlar!..
Biz de, ister istemez “çiçek”lerden ve “böcek”lerden söz etmek zorunda kalıyoruz!..
“Dersim” ise; “liselerde dersleri kaynattığımız” gibi, arada kaynayıp gidiyor!..
Oysa, Dersim, enine-boyuna tartışılmalı!..
“Zehirleyenler” de tartışılmalı, “kesip, doğrayanlar” da!.. Ve tabiî, “hâlâ katillerinin yanında yer alan” Dersimliler de!..
“CHP’ye siyah çelenk”le bitmez bu iş!..
Gazetelerden birkaç not
Son günlerin gazetelerinde yer alan “haber” ve “yorum”larda, ilginç tasvir ve tanımlamalar dikkatimi çekti… Birkaçını not aldım ki, sizlerle de paylaşayım… İşte “güncel” tasvirlerden bazıları:
¥ Bazı ekranlara ve köşe yazılarına bakın: İnfial ayakta ama düşünce baş aşağı!
¥ Savaşta sırt sıvazlayan ama barışta sırtımıza borç yükleyen bir sistem!.. Ölüyü ve şehidi kutsayan ama gazisini aşağılayan ikiyüzlü bir düzen!..
¥ Eteğinde taş, dağarcığında fikir olmayanlar; geceyarısı araba farlarına yakalanmış tavşanlar gibi, bön bön yüzümüze bakıyorlar!
¥ Utanç Duvarı denilen Berlin Duvarı 9 Kasım 1989’da, yani 20 yıl önce yıkıldı… Ama Batı ülkeleri, İslâm dünyası ile arasına zihinsel duvarlar ördü!
¥ Yılmaz Erdoğan, “Çok Güzel Hareketler Bunlar” oyuncularını boğaz tokluğuna çalıştırıyor ama, kendisi; Amerikalıların savaşta kullandığı Hummer ciple dolaşıyor… O arabanın benzini ile Hakkari’de okul yaptırılır!