Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

İstanbul nire, Uzakdoğu nire?

İstanbul nire, Uzakdoğu nire?

Bugün çok bilinmeyen tarihi bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum: Olayın özü Osmanlı’nın gücünün yanı sıra şefkat ve hamiyetinin tâ “Doğu Hint Adaları”na ulaşmasıyla ilgilidir...
Arşiv belgelerine göre, Osmanlı Devleti’nin bölge ile ilişkileri Açe İslam Sultanlığı vasıtasıyla kurulmuştur...
Malaya’ya yerleşen Portekizliler, Arap tüccarlar ve gezgin dervişler vasıtasıyla XI. Yüzyılda Müslüman olan Açe Sultanlığı topraklarına sürekli saldırıyor, ticaret gemilerini basıyor, büyük zararlar veriyorlardı...
Portekizlilerin gücüne gücü yetmeyen Açe Sultanı Alaüddin Riayet Şah, Osmanlı Devleti’nden yardım istemek zorunda kaldı... Veziri Hüseyin’in başkanlığında bir heyeti İstanbul’a gönderdi...
Hazin ki, o tarihte Kanuni Sultan Süleyman, Zigetvar yolunda vefat etmişti... Vezir Hüseyin, Kanuni’ye getirdiği mektubu mecburen onun yerine geçen oğlu Sultan II. Selim’e verdi.
Sultan Selim de Açe’ye yardım edilmesi konusunda bir ferman gönderiyor.
Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, deprem sonrasında tsunami felaketine maruz kalan Açe’den söz ederken bahsettiği ferman işte bu fermandır.
“Tarih bugündür” derken, ne kasdettiğimi anlıyor musunuz sevgili dostlarım?
Neyse, Sultan II. Selim, Açe Sultânı’na hitaben gönderdiği “Nâme-i Şerîf”te, Hint sâhillerindeki “Memâlik-i İslâmiyye”ye saldıran “A’dâ-yı Dîn-i Mübîn”e karşı Osmanlı askerlerinin “Ol cânibe dâimâ” gönderileceğini ifade ediyordu.
“Açe Sultanı Alaattin Şah’a bildiririm ki” diye başlayan mektup, şöyle devam ediyordu: “Veziriniz Hüseyin vasıtasıyla göndermiş olduğunuz mektubunuz sultanların sığınağı olan yüce makamımıza ulaşmıştır. Mektubunuzda gece gündüz o taraflardaki inançsızlara karşı savaştığınızı, düşmanlara karşı yalnız kaldığınızı ve her taraftan saldırıya uğradığınızı belirterek savaşmak için malzeme ve tecrübeli asker istemektesiniz.
“O bölgede yirmi dört bin ada olup inançsızların bu adaları ele geçirdiklerini, buralarda yaşayan Müslüman halkın ve sultanlarının senin ülkene sığındıklarını ve bu adaların dördünden Mekke’ye hac ve ticaret için hareket eden gemileri inançsızların yağmaladıklarını, ülkeniz yakınlarında bulunan Seylan ve Kalküta hakimlerinin de daima sizinle savaşmakta olduklarını, daha önce gönderilen elçimiz Lütfi’ye yüce makamımıza bağlılık yemini ettiğinizi, Osmanlı Donanması gelecek olursa Allah’ın yardımıyla düşmanların hezimete uğratılarak adaların tekrar ele geçirileceğini belirtmişsiniz.
“Ayrıca çeşitli top ve gemi talebinde bulunarak Açe elçisinin at, silah ve bakır aldıktan sonra ülkesine dönüşünde zorluk çıkarılmaması için Mısır ve Yemen Beylerbeyleri ile Cidde ve Aden Beylerine emir verilmesini reca ederek, kale inşası ve kadırga yapımı için mimar istemişsiniz. Mektubunuz makamımıza arz edildiğinde bizim gibi yüce bir padişahın şanına yakışan hareket sizin isteklerinizi kabul etmektir.
“Ayrıca Müslümanları ve İslam kanunlarını korumak en önemli görevlerdendir. Bundan dolayı Süveyş İskelesi’nden on beş kadırga, iki savaş gemisi ile İstanbul’dan Top Dökücübaşı, yedi topçu, kâfi miktar Mısır Askeri görevlendirilerek kaleler için yeteri kadar top, tüfek vesair savaş araç gereci verilmesi emredilmiş ve bu askerlerin başına İskenderiye eski Kaptanı Kurdoğlu Hızır Reis komutan tayin edilmiştir...
“Gönderilen askerlerin bir yıllık ücretleri de ödenmiştir. Sizin yapmanız gereken ise şudur: Siz de dinimiz ve devletimizi ilgilendiren konularda elinizden geleni yapıp inançsızların kalelerini ele geçirmek ve Müslümanlar üzerindeki baskılarını kaldırmak için çabalayarak Allah’ın yardımıyla o bölgeyi inançsızlığın kötülüklerinden kurtarmalısınız.
“Böylelikle o bölge Müslümanları bizim hükümranlık dönemimizde rahat ve huzur içinde yaşasınlar. İnşallah beklenildiği gibi kaleler ele geçirilip ülkeniz kurtarıldığında gönderilen topçuların dönmelerine izin veriniz...”
Yıl 1579’du... Kurdoğlu Hızır Reis, “15 kadırga, iki pâre barça, bir topçubaşı, yedi topçu ve bir bölük asker, yeteri kadar top ve tüfeklerle Açe’ye doğru rota tuttu.
Öte yandan Portekiz’e sert bir nota verilip, “Saldırılarına son vermemesi halinde gerekenin yapılacağı” bildirildi.
“Fi’l-hakîka (gerçekten)” deniyordu Osmanlı notasında, “oraların sulh-u salâhı (barış ve düzeni) muradınız ise, derya taraflarından hüccâc ve tüccara (hacılara ve tâcirlere) tecavüzden el çeküb, mektûbunuzla i’timâd olunur âdemlerinüz gönderile ki, ol diyârın ahvâl ve intizâmına müteferri’ olan umûr (işler) ne ise mukarrer ola!..
“Eğer ol cânibin (tarafın) ihtilâline (işgâline) sâlik olursan, bi-inâyeti’llâhi Te’âlâ bu cânibden muktezî olan (yapılması gereken) umûr ne ise tedârük olunur! Sonra sulh (barış) murâd olunmuştu dimek müfîd olmaz (fayda sağlamaz)! Ziyâde ne demek lâzımdur? (Başka söze gerek var mı?)”...
O yıllarda yardım maksadıyla bölgeye giden dedelerimizden bazıları oralarda evlenip yerleşti. Açe’de Bitai Köyü, bugün bile bir Türk köyü gibidir. Ayrıca Açe Bayrağı altı üstü siyah şeritli bir Türk bayrağıdır.
Buraya yerleşen dedelerimiz, Açe halkına askeri eğitim vermek amacıyla bir de akademi kurdular. Bu akademide Açelilere top dökmeyi, gemi yapmayı, kale inşa etmeyi ve savunmayı öğrettiler... Açe askerine savaş eğitimi verdiler...
Böylece Açe ordusunun kurulmasını sağlamış oldular... Bu sayede Açeliler, önce Portekiz’e, ardından Hollanda’ya karşı kendilerini savundular...
Bize öyle derin bir minnetle bağlandılar ki, Açe’nin bazı köylerinde hâlâ Sultan II. Abdülhamid adına hutbe okunuyor.
Türkiye artık eski etki alanını aramalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi