Zihnimizin havzasında
Doğduğumuzda, yaşanmış, derlenmiş ve tecrübelerden süzülerek gelmiş bir hayat mezrasına doğru açılırız. Burada başladığımız hayat sürecine devam ederken, zamanla zihinsel varlığımızın bütün katmanlarını aktive eder ve hayatı yaşanır hale getiririz. Hayat sürekli akmaktadır ve burada varlığımızı sürdürürken, zihnimiz her daim aktiftir ve üç ayrı pınardan, üç ayrı kaynaktan çağıldayarak işlerliğini sürdürmektedir... Bu kaynaklardan biri geçmişle bağlantılıdır, geçmişin bilgi ve tecrübe hazinelerini taşır. Tarih, dil, gelenek, örf, anane, din, ahlak ve değerler geçmişin çeşmesinden yavaş yavaş bizim benliğimize akar ve burada yeni bir biçim kazanır... Aslında doğduğumuzda, ihtiyaç duyduğumuz, yaşam tarzı, idealler ve düşünce kalıpları geçmiş dedelerimizin yaşam öyküleriyle, idealize ettikleri hayat tarzıyla, deyimleriyle söylemleriyle bir bütün olarak bize ulaşmakta ve artık biz olarak devam etmektedir... Bu anlamda bizden önce yaşayanların nasıl ve ne şekilde yaşadıkları önemlidir ve her biri bir kitap kadar da tesirlidir.
Dış dünyadan bize doğru çağıldayan ikinci hazinemiz ise, doğuştan getirdiğimiz bilgi ve bilgiye ulaşma potansiyelimizdir. Sokratesin dediği gibi, bilgi insanda doğuştan vardır, mevcut imkanlar ortaya çıktığında kişi bilgiye ulaşır ve değerlendirir. Sözgelimi bir çocuk dünyaya geldiğinde, emmeyi, ağlamayı, tehlikeler karşısında refleksleriyle tepki vermeyi, korkmayı bilir. Sıradan bir tepki olarak düşündüğümüzde, bu reflekleksler basit birer davranış kalıbı olarak düşünülebilir. Oysa, insan yavrusu hayata gözlerini açtığında oldukça aciz ve zayıftır. İhtiyaçlarını ifade etme ve belirtme noktasında ise refleksleri birer işaret dili olmaktadır.
İnsanın sahip olduğu üçüncü hazinesi ise, onun gelecekle ilgili tasarımlar yapabilmesi ve geleceğin neler getireceği üzerinde varsayımlarda bulunmasıdır. Kişi, bazı bilgileri doğuştan spontane olarak getiriyor, bazı bilgileri ise kendi çabasıyla çevresinden modelleyerek ediniyor... Bütün bu bilgi, birikim ve tasarımları mahir bir şekilde işleyen mekananizma ise zihinsel varlığımızdır. Bizler aslında bu zihinsel varlığın bir parçasıyız, hayatımızı buna göre belirliyoruz.
Bilim, felsefe, tıp, sanat, sevgi, adalet, hürriyet... vb bütün bunlar, önce zihnimizde proseslenir, olgunlaşır, orada belirlenir, sonra kişinin bireysel hayatına ve oradan da sosyal alana taşınır. Zihinde belli bir olgunluğa erişen, bu bilgi zerreleri insan hayatında başkalaşır ve yeni bir bilgiye dönüşür.
Hayatımızla ilgili kararları, hayallerimizi, düşüncelerimizin analizini önce zihnimizde belirleriz ve olayların gizil versiyonunu önce burada yaşarız. Bir arkadaşım "Zihnimde beş tane kitap yazdım, şimdi onları kağıda geçirmek kaldı..." demişti.Gerçekten, yapmak istediğimiz her şeyi, hayatımızla ilgili düşüncelerimizi zihnimizin tenceresinde pişirir ve burada ayrıştırır hayata geçiririz. Bu anlamda, zihnimizi harekete geçiren irademizin önemi büyüktür. İradi karakterimiz, sağlam bir inanca sahipse, zihin de buna göre işler ve bilgiyi de tecrübeyi de buna göre şekillendirir.
Öğrenme insan türüne has bir gelişim evresidir. İnsan hangi ideolojiye, hangi düşünceye, hangi inanca mensup olursa olsun, bir öğrenme sürecinin içinde yaşamaktadır. Burada dikkate alacağımız kriter, zihinsel havzamıza aktardığımız, bilgi, tecrübe ve yaşantısal olayların, imanımızın rengine uyup uymadığını dikkate almak olmalıdır. Aksi takdirde, gördüğümüz, işittiğimiz ve yaşadığımız her şeyi doğru kabul edebilir ya da dış dünyadan bize telkin edilen her sözün tesirinde kalarak karanlık bir boşluğa doğru sürüklenebiliriz. Bunun sonucunda da zihnimiz bir düşünce çöplüğüne dönüşebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.