Davut orada dursun!
Yayın sahasının tanzimi, denetlenmesi, bütün dünyada hükümetleri uğraştıran bir konudur. Tekelci devletlerde bu konu kolaylıkla halledilir. Devletin yayın kuruluşları halk seyretsin seyretmesin, görevdedir. Buna karşılık, çanak antenler devlet yayınları dışındaki yayınları almak için seferber olur.
Türkiye Özal’dan beri, serbest yayıncılığı seçti. Hatırlanacağı üzere, Turgut Özal “Anayasa bir kere delinmekle ne olur?” dedi ve özel televizyon yayıncılığı başladı. Sonunda yayın alanını düzenlemek ve denetlemek için bir kurum meydana getirildi: RTÜK.
Okuyucularım, benim RTÜK mevzularına girmekten imtina ettiğimi fark etmişlerdir. Sebebi de bilenlerin meçhulu değildir. Bir dolduruş sonucu 1996 yılında bu kurula TBMM tarafından üye olarak seçildim. Hayatımın bu dönemini meslekî açıdan kayıp addediyorum. Ömür boyu memuriyete bulaşmadım, gerçi orada da memur olmadım ama resmî bir kurumun içinde bulunmaktan, resmiyet kokan işler yapmaktan asla hazzetmedim. 6 yıllık görev sürem biterken 28 Şubatın meş’um başbakanı Mes’ut Yılmaz bir kanun çıkararak bizi erken uğurlamak istedi, tersi bir sonuca yol açtı; dokuzuncu yılda RTÜK’den kurtulabildim. Bir ara, “RTÜK üyesi” sıfatımın galip gelmesi ve bu sıfatla öte dünyaya uğurlanmaktan korkmaya başladım. Neyse ki, artık öyle bir korkum yok!
RTÜK yıllarım, Türkiye’nin son nakıs darbesinin civcivli zamanına rastladı. 28 Şubat, aynı zamanda televizyonların kullanıldığı bir harekattı. Darbecilerin talimatları ekranlardan açıkça okunabiliyordu. Buna çoğunluk teşkil etmediğimiz için mani olamadık. Fakat, darbecilerin alanı dışında kalan televizyonların, radyoların varolabilmesi için yaptığımız mücadelede başarılı olduk, bu kuruluşların tamamen kapatılmasını önledik. 28 Şubatın başlangıcında Genelkurmay 2. Başkanı Bir general RTÜK’e talimat yağdırmaya başladı. “Filan televizyonu feşmekan maddeye göre kapatın, sonucu bana bildirin” mealindeki emirnameler üzerine, “2. Başkan RTÜK’ü Genelkurmay’ın şubesi sanıyor, bu yazılar geri çevrilmeli” dedim. O tarihten sonra böyle yazılar gelmedi. Fakat bazı üyelere talimat gelmeye devam etti.
Bu sıralar, yok edilmek istenen televizyon ve radyoların yetkililerinin tek görüşebildiği üye idim. Bazı üyeler böyle yayınlara zaten karşı olduklarından, bazıları da çekindiklerinden bu televizyonların yetkililerini kabulde zorlanıyordu. İstanbul’daki bir televizyonun Ankara’daki işleri ile ilgilenen bir zat bu sırada en çok ziyaretime gelenlerden biri idi. Sonra siyasete girdi, bakan oldu ve hem de RTÜK’le ilgili bakan oldu. O tarihten sonra farklı bir düzlemde görüştük. Görevimiz sona ererken, “bugüne kadar yaptığınız hizmetlerden dolayı...” diye bir satırlık bir teşekküre bile nail olamadık, bunu da sevab haneme yazıyorum.
Vazifem bittikten sonra bir defa bile RTÜK’e gitmedim! RTÜK’le ilgili yazı yazmadım. Maamafih, bu yazı yine de RTÜK’le ilgili değildir. Asla yabancı olmadığımız bir konu ile, kişilik deformasyonuna yol açan konformizmle ilgilidir.
Kimileri muhalifken atar tutar, koltuğa oturunca da, o atıp tuttuklarının fazlasını yapar. Doğrusu Maçahelli Davut Dursun’un böyle bir duruma düşeceği aklımın köşesinden geçmezdi. Geçenlerde gazeteleri karıştırırken, okuduklarım karşısında “Davut da durmuş” dedim!
Prof. Dursun, dizilerle ilgili eleştiriler konusunda: “Bu toplum öpüşmeyi bilmeyen bir toplum değil. Herkes Aşk-ı Memnu’dan şikâyetçi ama finaldeki öpüşme sahnesi reyting zirvesi yapıyor!”
Bunu CHP’li bir RTÜK başkanının söylemesini tercih ederdim!
Reyting almak ne zamandır ölçü oldu? Reyting hakikatin ölçüsü olmaz. Reyting ayrı şey, milletin değerleri ayrı.
Başkan, “dizi, bir kurgudur, gerçek değildir. Bizim izleyicinin en çok yanıldığı ve değerlendirmede de biraz yanlış yaptığı, biz dizileri, filmleri gerçek hayatın tıpatıp aynısı gibi görüyoruz. Oysaki bunların gerçekle ilgisi yok.”
Başkan işin kolayını bulmuştur: Bütün televizyonlar yayınlarına başlarken, “bu televizyonda gösterilen şeylerin gerçekle alâkası yoktur. İsim, yer ve olay benzerlikleri tesadüften ibarettir” diye bir ibare yayınlarsa, RTÜK’e de ihtiyaç kalmaz!
Müstehcenlik kurgudur, pornografi kurgudur, şiddet kurgudur... Televizyonlardaki her şey kurgudur! Seyirciler buna sakın gerçek diye bakmasınlar! Bu mantık insanı nereye götürür? Başkan onu da söylemiş: “Herkesin millî manevî değeri aynı değil ki!”
Biz sizinkini merak ediyoruz!
Aman söylemeyin, dursun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.