Kevser
Nedir Kevser? Bolluk, çokluk, bereket demektir. Güzel olan, hayırlı, faydalı olan her şeyden bolca ihsan edilen nimet demektir. Vahiy, bilgi, ilim, hikmet demektir. Kısaca, Kur’an, Sünnet, akıl, irade, yetenek, kabiliyet demektir.
Kevser’le kuşanmış bir insan, yeryüzünün en şerefli, en muteber ve en faydalı insanı olur. Bu insan aynı zamanda örnek insan demektir. Kendisine itaat edilecek, peşine takılınacak insan demektir.
Rabbimiz, özel olarak Resulünü, genelde ise tüm inanan kullarını Kevser nimeti ile tanıştırır, buluşturur ve o nimetle et kemik olunmasını ister. Kevser nimetleri ile kuşanmış, tırnak et olmuş bir insanın, Rabbi ile irtibatı, diyaloğu, iletişimi başlamış demektir. Bu iletişimin gözle görülen, elle tutulanı ise namazdır. Niçin namazdır? Çünkü namazın, Kevser dediğimiz sayısız nimetlerle irtibatı vardır. Şöyle desek inşallah hata yapmış olmayız: Rabbimizin emirleri, talimatları, farzları bir araya geldiğinde, görülen amel namazdır. Bilirsiniz, Fatiha Sûresi ne kadar açılır, yorumlanırsa varacağı yer Kur’an’dır. Kur’an-ı Kerim’i ne kadar özetlerseniz, gideceğiniz yer Fatiha Sûresi’dir.
Kevser nimetinin bir başka nimeti ise kurban olmaktır. Vakıf insan, mektup insan, mektep insan gibi, kurban insan... Bir insan, Rabbimizin lutfettiği imkânları, özellikleri, hususiyetleri, Allah yolunda kullanırsa, o insan kendisini kurban etmiş olur. Bu fedakârlığın en belirgin özelliği ise kurban insanın, kurban kesmesidir. Hz. İbrahim’in oğlunun yerine koç olan bir hayvanı kurban etmesi, sadece menkıbe olarak ele alınmamalı, hadisenin arka bahçesine de nüfuz edilmelidir.
Şimdi düşünelim, Kevser nimeti sebebiyle Rabbi ile sürekli irtibatı (namaz kılmayı) başarmış, başta kendi benliğini, varlığını Allah yoluna adayarak kurban kesmiş bir insanın, Müslüman olarak örnek olması, o insanı tanımayanlar yanında cahildir(!), ebterdir(!), güdüktür(!), yobazdır(!), çağdışı(!) bir varlıktır. Rabbimizden “Kevser”, cahil insanlardan ise “ebter” yakıştırmasına muhatap olan insan, bir karar verme sorumluluğundadır. Ya Kevser diyecek, ya da cahiliye insanının ebterliğine soyunacak.
İlahi nimetlerle bezenmiş, ete kemiğe bürünmüş insan kararını açıklar: Ey inkârcılar. Ben kararımı verdim. Sizin yolunuz, dininiz, hayat tarzınız sizin olsun, benim dinim, benim yolum, benim hayat tarzım bana yeter...
İşte bu inanca sahip olan insanlar bugün bayram etmekte, Kevser nimetini tattıran Rabbimize şükran borcunu ödemek için, kurban kesmektedirler. Maddi yönden bir hayvan kurban edemeyenler ise, varlıklarını, manevi, ahlaki, ilmi nimetleri Allah için, tüm insanlığa sunmanın neşesi ve süruru içerisindedirler.
Konunun can damarı budur. Komşuya kurban payı vermek, muhtaçların karnını doyurmak, kesilen kurbanın derisini, bağırsağını falan yere, falan kuruma bağışlama gibi konular, özün kabuğu durumundadır. Ne yazık ki birçok insan, özden ziyade kabuğu ele almakta, kabuğu konuşmaktadır. Tüm bu denilenlerin neticesi bellidir:
“Asla kurbanların etleri ve kanları Allah’a ulaşmayacaktır. Fakat O’na sadece sizin takvanız, kendisine sığınma, emirlerine yapışma, günahlardan arınıp, azaptan korunma, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranma, dini ve sosyal görevlerinin bilincinden olma gayretiniz ulaşır.” (Hac Sûresi/37)
Bu duygularla cümlenizin Kurban Bayramı’nı tebrik eder, Kevser nimetleriyle bir ömür geçirmenizi dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.