Allahtan erkekler türban takmıyor!
Şu zavallı kızların çektiğine bak.Bozuk trafik ışıklarına yakalandılar sanki.
Bir yerde kırmızı yanıyor.
Bir yerde yeşil yanıyor.
Birileri keyfine göre düğmeye basıyor.
Yeşil-kırmızı.
Kırmızı-yeşil.
Dur-geç, geç-dur.
Nereye döneceklerini, nereye gideceklerini şaşırdılar.
Frene mi bassınlar, yürüsünler mi, ne yapsınlar?
Pinpon topuna döndü yavrular.
Buna can mı dayanır?
Buna sinir mi dayanır?
Bir yerde insan su kaynatmaz mı?
İsyan etmez mi?
Eder.
Vallahi de eder, billahi de eder.
Zaten ‘isyan etsinler’ diye dönmüyor mu bütün bu fırıldaklar?
Yıllardır beklediler, tam ‘okuyacağız’ derken arıza çıkartmıyor mu birileri?
Sonra da arızanın ortaya çıkmasını beklemiyorlar mı sindikleri köşeden ellerini ovuşturarak?
Bekliyorlar.
Bekliyorlar.
Bekliyorlar.
Sonra avuçlarını yalıyorlar.
‘Tüh ulan gene bi isyan yok. Gene bi sazan takılmadı!’
Şöyle ortalığı birbirine katacak bir babayiğit kız arıyorlar.
Nafile.
Hani derler ya ‘kadınların ağrı eşikleri erkeklerden çok yüksektir’ diye.
çektikleri ıstırabı gözlerine bile yansıtmıyorlar.
Kızların yaşları küçük müçük amma olgunlukta yüz tane erkeği ceplerinden çıkarırlar.
Vallahi afferim onlara!
Oltaya gelmiyorlar.
Erkekler gibi ‘sazanizm’in esiri olmuyorlar. (Sazanizm’le ilgili bilgi için bkz. Dünkü yazı)
Sabırla, ağırbaşlılıkla bekliyorlar.
‘Bay Provokatör’ sinir oluyor.
İfrit oluyor.
Her geçen gün oltaya daha iri bir ‘solucan’takıyor.
Fakat atlamıyor kızlar.
Altıncı hisleri çok kuvvetli de ondan mı bilmiyorum ama yemiyorlar.
Size bir şey söyleyeyim mi?
Eğer başını örten, kızlar değil de erkekler olsaydı çoktan atlamışlardı oltaya.
çoktan ‘Bay Provokatör’ün ekmeğine yağ sürmüşlerdi.
örnek mi?
Geçmişe bir bakın.
‘Bay provokatör’ nasıl da sokmuştu memleketin gençlerini birbirine.
Zavallı erkekleri nasıl da takmıştı sazan gibi oltaya.
Nasıl da kırdırmıştı kardeşi kardeşe.
Şimdi de aynı numarayı yapıyor ama bu defa muhatabı kızlar.
Eli ayağına dolaşıyor ‘Bay provokatör’ün.
Bir türlü yediremiyor iğrenç solucanını.
Ağzına çengeli bir türlü takamıyor.
Ey memleketim insanı.
Yatıp kalkıp dua edelim.
Allahtan başörtüsünü erkekler takmıyor.
Yoksa yanmıştık karabiber gibi.
Afferim be kızlar.
Ha çökelik ha... Sıra bu sıra
Kayseri’nin meşhur bi deyimidir bu.
‘Ha çökelik ha... Sıra bu sıra!’
çökelek’e ‘çökelik’ derler bizim orada.
Hikayesi de şudur; Adamın biri hiç sevmediği komşusuyla oturmuş ‘çökelik’ yiyorlarmış.
Bir ara kazayla komşunun boğazına ‘çökelik’ kaçmış.
Komşu öksürmüş, tıksırmış nafile. Gözleri yuvalarından fırlamış, morarmaya başlamış.
Gitti gidicek neredeyse. ‘öhhhööö... öhhöööö. öhhhöööö... Arkadaş bi bardak suu!..’
Adam hiiç istifini bozmamış, kollarını kavuşturmuş, oturmuş, başlamış söylenmeye; ‘Ha çökelik ha... Sıra bu sıra!’
Bu sıralar yediğimiz çökeleğe dikkat edelim.
Saygılar sunarım efendim.
Monşante.
Sinir bozucu sesler
Durun, gündem dışına çıkalım da size başımdan geçen acayip bi hikayeyi anlatayım.
Geçen gün bir arkadaşın bürosuna gitim.
İşle ilgili bir toplantı yapacağız.
Ben de önceden hazırlanmış, ne konuşacağıma konsantre olmuşum.
çaylar maylar geliyor.
Kısa bir ısınma faslı falan derken, mevzuya giriyorum.
Tam ağzımı açıyorum ki...
Dışarıdan sinir bozucu bir ses.
‘Ciuuuvvv... Ciuuuvvv...Ciuvvvvvv!’
Bir an kesiliyor. ‘Eeee’ diyeceğim gene başlıyor.
‘Voooyyynnnn... Voooynnnn... Voooynnnn!’
‘Eeeiiieeee... Eiiieeeeee...Eieeeeee....’
‘Biyuuuuppp... Biyuuuup... Biyuuuupppp!’
‘Daaa riiiii... Daaa riiii... Daaa riiiii!’
Otomobil alarmı.
öttükçe ötüyor be kardeşim.
Mühim bi mevzu konuşucaz şurda.
Konsantremin de monsantremin de içine ediyor namussuz ses.
Neyse ki kesiliyor Allahtan.
Kafamı bi daha toparlıyorum.
Tekrar konsantre oluyorum.
Tam lafa giricem gene aynı ses...
‘Voiiiinnn....Voiiiiinn...Voiiiiiinnn!’
‘Biyuuup... Biyuuup... Biyuuuppp!’
‘Ciuuuuvvv... Ciuuuuvvv... Ciuuuvvv!
‘Daaaa riiii... Daaaa riiii... Daaa riiii!’
‘Eiieeeee.... Eiieeeee... Eiiieeee!’
Eeh!
Yeter artık be!
Bakıyorum kimsenin umurunda değil.
Hışımla pencereye fırlıyorum.
‘Yaav kim bu arabanın sahibi, insaf be kardeşim. Gelsin sustursun şunu be!’
Masada, karşımda oturan arkadaşım mahcup amma gülen bir ifadeyle bana bakıyor.
Sonra ‘Gel bi dakka abi’ diye yerinden kalkıyor.
‘Ulan çok mu sinirlendim, çok mu gerdim acaba ortalığı’ diyorum kendi kendime.
Kalkıyorum peşinden gidiyorum.
Bürodaki odalardan birinin kapısını açıyor.
Aaaaa... İçeride koca bir kafes.
İçinde irice bir papağan. Hani o gri olanlardan.
ötüp duruyor.
‘Biyuuup... Biyuuup .Biyuuup!’
‘Daaa riii... Daaaa riii... Daaa riiii!’
Arkadaş, ‘Kusura bakma abi’ diyor. ‘Dışarıdaki arabalardan duya duya kötü bir alışkanlık edindi!’
Apışıp kalıyorum.
Papağanların insan sesini taklit ettiğine takılmışım.
Meğer her sesi taklit ediyormuş namussuzlar.
‘N’aapalım papağan işte, üstelik arkadaşın papağanı’ deyip sineye çekiyoruz.