İstanbul’da mevsim edebiyat...
İstanbul ve edebiyat. Yahut da edebiyat ve İstanbul... Zaman zaman iki kelimenin birbirinin müderadifi olduğunu düşünmemizi gerektirecek kadar iç içe. Tıpkı tarih ve İstanbul gibi.
İstanbul’un tarihi yani tarihin tarihi. Tarihin İstanbulu, edebiyatın İstanbulu.
Bugünlerde 1. İstanbul Edebiyat Festivali var. Türkiye’nin edebi birikimi, yaşayan ünlü şair, muharrir, edib ve yazarları tarihi bir mekanın, Mimar Sinan’ın en küçük medresesi, Sultanahmet’teki Kızlarağası Medresesi’nin yani Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Kültür Merkezi’nin kubbeleri altında, revakları arasında.
Hep bir arada oldukları, bir camia oluşturdukları sanılan fakat değil bir arada olmak, birbirini görmeyen isimler aynı mekânda.
Hayret edilecek şekilde aynı dili konuşuyorlar. Dilleri ayrı olmadığı gibi, hissiyatları da farklı değil. Hayatın, insanın duyuş ve düşünüşle anlamlandırılması. Kendinin ve kâinatın farkında olmanın köklü ifade biçimleri.
Tanıdık ve tanımadık, bildik veya bilmedik, aşina veya bigâne isimler, “Edebiyat mevsimi”nin insanı sarıp sarmalayan, okuyucu-yazar ayırımını ortadan kaldıran samimiyet dalgalarına karışıyor.
Bu manzarayı görenler, İstanbul’un beklediği, istediği, özlediği gerçekte buymuş diyor.
İstanbul demek Türkiye demek. İstanbul demek muhtevasıyla, birikimiyle dünya demek. Dünyanın beş asırdır türkçe okunması demek.
İstanbul’da olmayan edebiyat, İstanbullu olmayan edebiyat. Bir zamanlar biyografi kitaplarında bile bir araya gelmeyen isimler birlikte. Hiç de kavga eder gibi, etrafa husumet saçar gibi görünmüyorlar. İstanbul’un edebiyat barışı gerçek bir başlangıç.
Yaşayanların beraberliği en çok geçmişleri mutlu ediyor. Zihinlerde ayrıştırılanlar, kovulanlar şimdi gerçek yerlerine avdet ediyor. Mehmet Âkif, Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Âsaf Halet, Orhan Veli...onlar olunca onlarsız olmayan edebiyatımızın muhtelif coğrafyalarından isimleri bu görünüşte küçücük tarihi mekanı alabildiğince genişletiyor. Şiirin kadim zamanlara mahsus sihirli tesiri hissediliyor.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin otuz küsur yıllık sabırlı, ısrarlı ve fakat temkinli ve gösterişsiz mesaisi semeresini veriyor. İstanbul’da bütün mevsimler edebiyat mevsimi oluyor.
Toplantı salonundan küçük kubbelerin altındaki odalara geçince Kemal Tahir’in tahtadan mahpushane bavulunu, Tarık Buğra’nın mütevazı daktilosunu veya Cemil Meriç’in istirahat ettiği koltuğu görebiliyorsunuz.
Çok şükür edebiyat yaşıyor, yaşatıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.