D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Hür mü, tâbi mi?

Hür mü, tâbi mi?

Basınımızın yeni (henüz üç yaşında) fakat müessir gazetesini herkes gibi biz de dikkatle takip ediyoruz. Son üç yılın manşetlerinde onun bir hayli izi var. Cumhuriyetin “Merkez” basınından ayrılan gazetenin, düşünce arkaplanında pek öyle olmadığı veya olamayacağı intibaı uyanıyor. Sebebi zor bilinir bir şey değil.
Basınımızın bu yeni mensubu kurum olarak yeni olmakla beraber, ekip olarak yeni değil. Her birinin sahada bir hayli uzun geçmişi var. Çok tecrübeli, bilinen, tanınan isimler haber ve yazı kadrosunda yer alıyor. Bu elbette başlangıçta bir avantaj. Tecrübeli elemanlarla iş tutmak elbette büyük kolaylıklar sağlıyor.
Her kolaylığın, tahmin edilebilir zorlukları da beraberinde getirmesi ihtimali vardır.
Türkiye’de ve dünyada olup bitenleri okumak ve okuyuculara bunlarla ilgili yorumlar sunmak, bunu yaparken alışılmış bir Türkiyeli aydın zihnini kullanmaya devam etmek başlı başına bir mesele.
Geçmiş birikimi bir anda silmek elbette mümkün değil. Türkiye’nin aydın zihninin oryantalist yorumlarla meşbu olduğu şüphe götürmez. En pozitivisti veya en marksisti dahi bu kapsayıcı, alışılageldik yorumlama biçiminden kendini kurtaramaz.
Şimdi yeni bir zeminde konuşurken, meselelere bakışta bu kapsayıcı yaklaşımın bir anda tamamen terk edilmesi elbette beklenemez, fakat bu kadar etkili olması da elbette umulmaz.
Bu gazeteyi okurken zaman zaman eskinin bugün de çığırını değiştirmemiş gazeteleriyle paralellikleri görmezden gelmek mümkün değil.
Haber iyi kötü yolunu bulmuş, fakat yorumda hâlâ Hürriyet, Cumhuriyet havaları esiyor. Merkez medya Cumhuriyet’in Dersim defosu sözkonusu olunca nasıl alâka kuruyorsa, tehciri hatırlıyor hatta neredeyse “İstanbul’u neden fethettik” diye hayıflanıyor!
Çok fazla örnekle okuyucuyu sıkmak gereksiz elbette. Hür Ayşe’nin “Tarih defteri”ne bakmak yeterli.
Daha önce, bir yazısında mübtedilerde dahi kolaylıkla hoş görülmeyecek yanlışlarına işaret etmiştik. “Mustafa Kemal İttihat-Terakki üyesi miydi” başlıklı makalede, Mustafa Kemal’in 23 Temmuz 1919’da İttihatçılar tarafından Doğu’daki Ermeni tehlikesine karşı toplanan Erzurum Kongresi’ne İttihatçıların davetlisi olarak katılabildiğini, Kongre sırasında hem kişiliği, hem de üzerinde “Padişah-ı Damad-ı Şehriyari” işaretleri taşıyan askerî giysileri yüzünden çok eleştirildiğini yazmıştı. Mustafa Kemal, “Damad-ı Şehriyarî” değildi. Yani saraya damat olamamıştı. “Damad-ı şehriyarî” Enver Paşa’dır. Hem şehriyar hem padişah kelimesinin aynı terkipte geçmesi de doğru değildir. M. Kemal Paşa, “Fahri Yaver-i Hazreti Şehriyarî” yani, yüce padişahın fahri, onursal yaveri idi. Ayrıca Kara Vasıf’ın Mustafa Kemal’le birlikte gelip Erzurum Kongresine katıldığı yönünde bir bilgiye sahip değiliz.
Hür Ayşe’nin engin tarih bilgisini konuşturup, bugünün olaylarıyla paralellikler kurmakta hiç güçlük çekmediği ortada. İsviçre’de 2009 yılında minare yasağı sandıktan mı çıkmış? Hemen mazur gösterebilecek bilgileri okuyucuya sunuverelim! Olay bugünün fakat, bizim örnekler üç yüz, beş yüz, hatta bin yıl öncenin.
Sağlıklı bir zihin, tarihteki olayları dönemiyle kıyaslar. Avrupa “öteki”ne ne yaptı, Hıristiyanlık ne yaptı, Osmanlı, İslam ne yaptı; önce bunu dikkate alır. Avrupa 8 yüz yıllık Endülüs’ü yıktı, Müslümanlara ve Yahudilere tanassur etmek veya ölümden başka seçenek sunmadı.
İslâm ise hayat hakkına asla dokunmadı, ihtidayı şart koşmadı. İslâm toplumu içinde her zaman farklı din mensupları bulundurabildi. Bu, geçmiş yüzyılların vakıasıydı. Bugünün dünyası hâlâ “öteki”ni kabullenememiş Avrupa vakıasıyla yüzleşmek durumunda. Bunun mazur gösterilmesi, onlara ne kazandırır, bize ne?
Hür hanım, “diğer dinlerden Müslümanlığa geçenlere Allahın kölesi anlamına gelen Abdullah adı verilmesi geleneği biliniyor” diyor.
Abdullah “Allahın kölesi” olarak çevrilebilir mi? Olabilir, fakat esasen “Allah’ın kulu” yani “yaratılmış” demektir. Bu anlamda bütün beşer Abdullah’tır. Hz. Peygamber’in babasının adı da Abdullah’tır. İsmi bilinmeyen kimseye de Abdullah denilir... Mühtedilere Abdullah denilmekten ziyade, yeni müslümana “Abdullahoğlu” denildiği biliniyor.
Bu mevzularda Taraf’ı mazur görmek lâzım. Hür hanımı hüccet göstererek ahkâm kesenlere Yeni Şafak’da da rastlanıyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi