İtiraf ve dua vaktidir gelin ey dostlar
Uzunca bir duayı paylaşmak istiyorum. Belki yarın da devam edecek. Öyle bir yakarış ki, öncesinde ve sonrasında herhangi bir söz söyleme cesareti gösteremem. Bir din önderimizin “Münacat Yerine” başlıklı duası şöyle başlıyor:
“Yıllar var, hasret kaderimiz oldu. Bulunduğumuz yerde kalmaya halimiz müsait değil. Çırpınıp duruyoruz çaresizlik içinde. Dört bir yandan kuşatılmış gibiyiz ve düşürülmek istenen bir kaledekilerin heyecanını yaşıyoruz. İçte-dışta ihanet düşünceleri diz boyu; vefa beklediğimiz sinelerde kin, nefret ve hıyanet. Düşmanlık duygularıyla esirip duranların adedini Allah bilir; vefasız dostların sayısı ise ondan daha az değil.
Hakk’ın gazabına çarpılıp rahmetinden mahrum kalma endişesi bazıları için ürperten bir his. Duygu, düşünce istikametini koruyamama, sürekli halden hale girip durma ve bir kısım olumsuzlukların fasit dairesi içinde telaş yaşama her günkü halimiz. Ne mehabet hissi, ne mehâfet duygusu. Öldüren bir korku ile tir tir titriyor ve iç içe panikler yaşıyoruz. İnançlarımız zayıf, marifetten hiç haberimiz yok, sağlam itikadın, marifetle inkişaf eden imanın gücünden ne anladığımız ise belirsiz.
Ey Rab, gizli açık halimiz bu. Ve hal-i pürmelalimiz Sana ayan; gaye, düşünce ve iç hesaplarımıza da Sen nigehbansın; bilirsin ne yapıp ne düşündüğümüzü. Ne yaptıklarımız ele alınacak gibi, ne de düşündüklerimiz. Her yanımızda bir sürü yara bere, muzmerâtımız ise mesâvi defterlerimiz gibi kapkara. İktidar ve iradelerimiz Sana emanet. Çaresizliğimiz her halimizden belli. Her zaman iç içe hayretler yaşıyor ve bir türlü isabetli karar veremiyoruz.
Önümüzde bir sürü kapı; kapılar kapalı ve arkalarında da sürgü var. Varılacak nokta bilmem kaç konak ötede. Dertlerimiz en güçlü bedenleri bile yere serecek kadar amansız ve müzmin; sıkıntılarımız en uzun solukları kesecek ölçüde ciddi ve kronik. Öyle gurbetler yaşıyoruz ki emsali görülmemiş.
Yakın kabul ettiklerimiz katmerli bir vefasızlık içindeler ki, düşmanların kinini, nefretini aşkın. Düşmanın iftirası, isnadı, tazyiki, lütfedilecek sabra kalmış. Birbirimize karşı duyduğumuz kin, nefret, haset ve hazımsızlık; vahşilerin vahşeti seviyesinde. Her olumsuzluk bizi bulunduğumuz noktadan aşağıya doğru çekiyor; kendimize takılıyor ve sürekli irtifa kaybediyoruz.
Zihni, fikri, ruhi boşluklar içinde bulunduğumuz muhakkak. Anlayış ve düşünce fakirleri olduğumuzda ise hiç şüphe yok. Kendi iç dünyamızla ayakta durduğumuz söylenemez. Fakr ve cehaletlerimizin yanında hele bir de tefrika zaafımız var ki hepsinden beter. Senin ölçü ve kıstasların muvacehesinde günahlarımız, tarihin en günahkârlarını aratmayacak seviyede. Maruz kaldığımız musibetler, helâk olmuş kavimlerin başlarına gelenlere denk. Bütün bunlardan bir şey anlamayanlar serâzad ve çakırkeyf içindeler. Anlayanların hüznü, kederi ise yürekleri çatlatacak ölçüde.
Gelip gelip kendi ürettiğimiz problemlere takılıyor, yapalım derken yıkıyor ve kendi enkazımız altında kalıyoruz. Kötülük düşüncesine bağlı meyillerimiz, tabiatımız haline gelmiş ve olabildiğine azgın, iradelerimiz çelimsiz, yüreklerimiz de bomboş. Dertmend olanların his dünyaları perişan, sineleri çatlayacak gibi, duyguları feveranda, ama hepsi de çaresizlik içinde ve suskunluk murakabesi yaşıyor. Hiddetlerini yutkunarak, öfkelerini “la havle”lerle atmaya çalışıyor, ufku görünmez, upuzun karanlık bir vetirenin düşe-kalka yolcuları olarak düşerken “of” ediyor, kalkınca da sabır taşlarını bile çatlatacak yeni bir beklentiye giriyorlar.
Yıllar var, hep başkalarına bağlanıp kaldık ve affedilmeyen bir sürü günahlar işledik; Seni tanımama, kendimizi bilememe, dine vefasızlık, millet ruhuna da saygısızlıkta bulunma günahı. Oysaki Seni söylemeyen her şeyi unutmaya, Sana saygısızlık edenlerin üstüne bir çizgi çekmeye vicdani ahd ü peymanımız vardı. Öyle davranamayıp ruhumuzun bütün kaidelerini yıkıp; maddi-manevi dünyamızın şeklini değiştirdik, milli ve dini hayatımızın ahengini bozduk; derken bütün değerlerimiz bağı kopmuş tespih taneleri gibi sağa-sola saçılıp gitti. Hatalarımızı sezemedik, günahlarımızı göremedik ve durumumuzun vahametini değerlendirerek bir türlü Sana yönelemedik...” (Yakarış bitmedi, devamı yarına)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.