Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Bu toprakların altı, üstüne getirilmedikçe!

Bu toprakların altı, üstüne getirilmedikçe!

Zaman zaman “köylü uyanıklığı” denilerek; “Anadolu insanı” aşağılanmaya çalışılsa da, aynı köylüler için “çarıklı erkan-ı harp” denildiğini de bilirsiniz... Gerçekten de köylüler; “uyanık”tırlar, “zeki”dirler, zaman zaman da “mizah şaheseri” sözler sarfederler... Öyle bir “kara mizah” yaparlar ki; “mürekkep yalamış” insanlar, onların karşısında apışıp kalır...
Günün mânâ ve ehemmiyetine uyduğu için, buyrun şu “hikâye”yi birlikte okuyalım ve “köylü zekâsı”nı birlikte görelim.
Dün “ölümünün 36. yıldönümü” olan İsmet İnönü’nün “Millî Şeflik dönemi”nde; aynı zamanda hepsi de birer “CHP üyesi” olan “Maliye” memurları, yanlarında “Başçavuş”lar olduğu halde köye gelmişler ve “vergilerini ödemelerini” istemişler!..
Köylüler, “Bu yıl havalar kurak gitti, mahsûl alamadık” deseler de, Maliye memurları “vergi de vergi!” diye tutturmuşlar!..
Köylüler, dert anlatmaya çalışıp, “Beyy; elde yok, avuçta yok!.. Tarlaların hâli ortada!.. Olsa vermez miyiz?.. Biz, nereden para bulup da vergi ödeyeceğiz şimdi?” deseler de, “egemen”lere dinletememişler!..
“Başçavuş”lardan biri bağırmış;
“Ya vergiyi verirsiniz, ya da bu köyün altını üstüne getiririm!”
“Hazırol” vaziyette “tek sıra dizili” köylülerden biri, bir adım öne çıkmış... Sonra da, bağıran “başçavuş”un eline-ayağına kapanıp, yalvarmış;
“Ne olur, Başçavuş efendi, ne olur bize bu iyiliği yapın!.. Dediğinizi yapıp; köyün altını, üstüne getirin!.. Çünkü biz; bu toprakların üstünden bir hayır göremedik!.. Belki altından mahsûl alırız!”
Benzeri hikâyeler çok...
Tabiî, “netice”ye dair bir bilgi yok!..
Ne var ki;
“Köyler” yerinde durduğuna, altları da üstlerine gelmediğine göre, demek oluyor ki, “tehdit”ler, “efelenme”ler, “baskı” ve “ceberutluk”lar hiçbir işe yaramamış!..
TOPRAĞIN ALTINDA NE VAR?
O “tehdit”ler, “efelenme”ler, “astığım astık, kestiğim kestik” şeklindeki “yukarıdanlık” tavırlar, “parmağını sallayarak konuşma”lar, “buyurganlık” ve “yasadışı zorbalık”lar, bugün de devam ediyor.
Ne var ki, bir işe yaramıyor!..
Çünkü, “güven” gitti!..
Çünkü, “büyü” bozuldu!..
Çünkü, “kralın çıplak olduğunu” herkes gördü ve bunu söylemekten de çekinmiyor!..
Ancak, “köylü” vatandaşın, “Başçavuş”un ayaklarına kapanıp da, yalvar-yakar dile getirdiği talebe, artık kulak vermekte fayda var.
Ne diyordu köylü vatandaş;
“Ne olur, bir iyilik yapın da, köyün altını üstüne getirin!.. Çünkü biz, köyün üstünden bir hayır göremedik, belki altından görürüz!”
Çünkü, köyün üstü “kurak” ve “çorak.”
Çünkü köyün üstü “verimsiz!”
Gerçi, “köyün altı” da pek hayırlı sayılmaz ya!..
Baksanıza kazdıkça köyün altından “law”lar fışkırıyor, “bomba”lar fışkırıyor, “silah”lar ve “mermi”ler fışkırıyor!..
“Darbe plânları” fışkırıyor, “ıslak imza”lar fışkırıyor!
Bu toprağın neresine “mahsûl” eker, neresinden hangi hayrı görürsün!..
“Toprağın üstü” desen, ayrı bir dert!..
Bu toprakların üstünde, ne “faili meçhul cinayet”ler işlenmiş, bu toprakların insanlarına ne “iğrenç plânlar” uygulanmış, say say bitmez!..
Artık, kod adları Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven olan “darbe plânları”nı bir kenara koyduk, “azınlık cemaatlerinin liderlerini öldürüp, Müslümanların üzerine yıkmayı” amaçlayan “Kafes Eylem Plânı”nı da bir kenara koyduk, “Koç Müzesi’ndeki denizaltıya öğrencileri doldurup havaya uçurmayı” düşünen “hastalıklı kafa”lar, “Hükümeti devirip, Gülen cemaatını yok etmeyi” amaçlayan “ıslak imzalı ihanet plânları”nı da bir kenara koyduk...
Şimdi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yönelik “suikast girişimi”ni konuşuyoruz...
Hayır, “suikast girişimi”nden vazgeçtik, “çıta”yı aşağı çekip, artık “bilgi sızdırdığından şüphe edilen bir askeri personelin takip edildiğine” dair açıklamalara “inanmak istiyoruz!”
Hem de, bu topraklar üzerinde “4 binden fazla siyasi cinayet” işlendiğini, bazılarının ise “asit kuyularına atıldığını” bile bile!..
KANIMIZI DONDURACAK KATLİAMLAR!
“Asit kuyuları” dedim de, aklıma geldi.
Hadi, hepsini “kanıksadık” da, Güneydoğu’da yıllarca “TSK’ya tercümanlık” yapmış ve “can korkusu”ndan Norveç’e kaçmış olan Yıldırım Beğler’in Cihan Haber Ajansı’na anlattıklarına ne demeli?..
Adam öyle şeyler anlatıyor, öyle “ayrıntı”lar ve öyle “koordinat”lar veriyor ki, inanmamak mümkün değil!..
Yaşadığımız “şok” değil... Tam bir “donma” hali...
Çünkü Yıldırım Beğler’in anlattıkları, “insanın kanını donduracak” türden!.. Hani, “tüylerim diken diken oldu” deriz ya; bırakın “tüylerin diken diken olması”nı, insanın kanı donuyor, kanı!..
Meselâ, adam diyor ki;
“Dönemin Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ı, iddia edildiği gibi Hizbullah değil, Özel Kuvvetler’e bağlı 20 kişilik C-Timi öldürdü...
Olay sonrasında 20 kişilik tim Kuzey Irak’a gönderilerek 3-4 ay saklandı. Ortalık sakinleştikten sonra ülkeye dönen Okkan cinayeti faili tim mensuplarının hepsi CASA tipi uçağa bindirilerek 16 Mayıs 2001’de havada infilak ettirilip, öldürüldüler!..”
Malûm; Malatya’da düşen CASA tipi askerî uçakta 37 kişi şehit olmuştu.
Bu “iddia”yı “test” etmek için o günün gazetelerine baktığımızda görüyoruz ki;
“İddia” ile “gerçek” birebir örtüşüyor...
CASA tipi uçakta ölenlerden İsa Türkmen’in yakını Recep Yüksel, hem de o günlerde diyordu ki; “Ben bu kazadan şüpheleniyorum. Şemdin Sakık ve Abdullah Öcalan’ı getiren Özel Birlik’e mensup askerî personeli taşıyan askerî uçağın düşmesi beni şüphelendiriyor. Yetkililerin uçağın düşüşüne neden olan asıl sebebi ortaya çıkarmasını istiyorum.”
“ASKERLERİ ÖLDÜRÜP, PKK’YA YIKTIK!”
Yıldırım Beğler’in, akıl-havsala almaz “ifşaat”ları bununla da bitmiyor... “İnsanın kanını donduran” açıklamalarına devam ediyor:
“Murat Karayılan ve Cemil Bayık gibi PKK’nın üst düzey elebaşılarını Kuzey Irak’ta yakaladık, ancak yukarıdan gelen emirle serbest bıraktık. İstesek PKK’yı bitirirdik ama bitirmedik... Ortam sakin olduğu zaman kızıştırmamız için talimat geliyordu, biz de askere saldırıp, PKK yaptı süsü veriyorduk!!!”
HABUR’DA CESET TARLALARI!
Eğer kanınız hâlâ donmadıysa, buyrun “ceset tarlaları”nı dinleyin... Çünkü Yıldırım Beğler, CHA’ya yaptığı açıklamada, 1992-1995 yılları arasında MAK tarafından işlenen ve “faili meçhul” kalan “cinayet”lerde öldürülen insanların akıbetini, hem de “yer” ismi ve “koordinat” vererek, diyor ki;
“Habur Sınır Kapısı’nın yanında Hezil Çayı var...
Burada 47. ve 48. köprüler bulunuyor...
48. köprünün 500-1000 metre berisinde, Hezil Çayı ile Aktepe askerî bölgesinin arasında Ateşalanı denilen bir yer var... Derenin 20-30 metre üst kısmına, en az 70-80 kişi gömülmüştür... Adanalı A. Astsubay, geceleri buraya çok kişi gömdü...
2.Bölüğün yanındaki Kapılı askerî bölgesine de çok sayıda ceset gömüldü... Burası MAK’ın özel alanıydı!”
BUNLAR ERGENEKON’UN TA KENDİSİ!
Şimdi, sorarım size;
Geçmişinde bunca “vahşet” ve “dehşet” bulunan bir “yapılanma”nın, bugün “Bülent Arınç’a suikast girişimi”nde bulunması; “yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” türünden bir “doğrulama” değil de nedir?..
Ne yani;
O gün insanları “canlı canlı kalorifer kazanlarına atıp cayır cayır yakmak” veya “öldürdükleri insanları toplu mezara gömmek” gibi son derece “soğukkanlı” şekilde “katliam” yapanlar, bugün “suikast teşebbüsü”nde bulunamazlar mı?..
Özellikle “postal kafalı medya” mensupları ve “Ergenekon avukatı” muhalefet, olana-bitene bir türlü inanamıyor!..
Daha doğrusu, “inanmak işlerine gelmiyor!”
Oysa, manzara ortada:
“Toprak altından çıkan silahlar, bombalar, asker kişilere ait cephanelikler!.. Genelkurmay’ın andıçları... Islak imzalı darbe planları!.. Faili meçhul cinayetler!.. Suikastlar, siyasi cinayetler!.. Kod adı kafes adını taşıyan cuntalaşma, hükümet devirme tertipleri!”
Dahası da var;
“Emekli Kuvvet Komutanları darbecilikten sorgulanıyor; bir kuvvet, bir ordu komutanı çetecilikten yargılanıyor... Genelkurmay’ın birimlerine yazılmış ve üst kademelere sunulmuş, baştan aşağı suç teşkil eden eylem plânları, destek plânları, andıçlar, gizli yazılar adeta işportaya düşmüş durumda... Albaylar, yarbaylar birbiri ardına intihar ediyor; özel kuvvet subayları devlet adamlarını gözetlerken yakalanıyor...”
Ama birileri, bu “dehşet manzarası”nı, neredeyse, “elinde viski bardağı, Boğaz manzarası seyreder” gibi seyrediyor!..
Oysa, Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Bülent Orakoğlu, üstüne basa basa diyor ki;
“Beğler’in anlattıkları Ergenekon’un ta kendisidir!.. Bir an önce Öcalan Soruşturma Komisyonu kurulmalı ve PKK ile Ergenekon arasındaki bağlantı ortaya çıkarılmalıdır... Örgütün iç ve dış destekçileri kimdir, terörle mücadeleye ne kadar para harcanmıştır, her şeyin aydınlığa kavuşturulması lâzım!”
Yıldırım Beğler’in ifadeleri, Orakoğlu’nun “Ergenekon’un ta kendisi” şeklindeki “tesbit”ini doğruluyor...
Ne diyordu Beğler;
“Ortalığı karıştırma talimatı geldiğinde askere saldırıyor, PKK yaptı süsü veriyorduk!”
GEREĞİ YAPILMALI... HEM DE DERHAL!
Dehşet iddialar...
Bunlar, “insanın kanını donduracak” ifadelerdir!..
Gereği de, “bir an önce” yapılmalıdır!..
Ergenekon savcıları, hiç zaman geçirmeden “derhal” harekete geçmeli, “ceset tarlaları”ndaki kemikleri gözler önüne sermelidir...
Aksi halde;
Darbe plânındaki “imza”nın “ıslak” mı, “kuru” mu olduğunu haftalarca tartışıp, boğuntuya getirdiğimiz gibi; bir süre sonra da, “toprağın yaş mı, kuru mu olduğunu” tartışmaya başlar ve işi yine sulandırırız!..
Kimbilir;
Belki bugün işi gırgıra vurup, “Ergenekon yok” diyenler, “toplu mezar”ları görünce inanmaya başlar!..
Gerçi, “işmardan anlamayan kıza, elini sallasan nafile”dir ama, belki “vicdan”larındaki “insanlık kırıntısı” canlanır da, inanmaya başlarlar!..
Ama onların inanmasını beklemeden, “kazı” başlamalı ve “toprağın altı üstüne getirilmeli”dir!..
Çünkü bu millet;
“Toprağın üstü”nden bir hayır görmedi... Belki, “altından” çıkacak cesetler, uyanmamıza vesile olur!..
Belki o zaman kurtuluruz;
Üzerimize “ölü toprağı” serpilmişlikten!..
================
Hedef, Şamil Tayyar mı?
Malûm, “Ergenekon Terör Örgütü” ile ilgili bir yazısından dolayı “15 ay hapis” cezası verilen Şamil Tayyar, Yargıtay’a yaptığı “temyiz” başvurusundan ne cevap geleceğini beklerken, bu defa da “Operasyon Ergenekon” adlı kitabında “soruşturmanın gizliliğini ihlâl ve yargıyı etkilemeye teşebbüs ettiği” iddiasıyla açılan dâvâda “20 ay hapse mahkûm” oldu.
Oysa Şamil Tayyar; söz konusu “yazı”sında, “Ergenekon iddianameleri”nde yazılanları aktarmıştı.. Kitabında ise; “bugün”ün değil, “son 10 yılın çete faaliyetleri”ni anlatmıştı!..
Benim anlayamadığım şu:
Savcıların kaleme aldığı “Ergenekon iddianameleri”nde yazılı olanlar suç olmuyorsa, bunları aktarmak niye “suç” oluyor?..
Hani, aklıma gelmiyor değil;
“Şamil Tayyar gibi gazeteciler üzerinden” acaba Ergenekon savcı ve hakimlerine bir “mesaj” mı veriliyor?..
Eğer böyleyse, bu da “yargıyı etkilemek” olmuyor mu?..
Var bir “muamma” ama, hâlâ çözebilmiş değilim!..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi