JİTEM yoktur, sıkıntı çoktur...
Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 11 sanıklı JİTEM davasında, dün çok önemli bir gelişme oldu.
Mahkeme; Diyarbakır, Mardin, Batman ve Şırnak'ta çeşitli tarihlerde birden fazla adam öldürme, kundaklama ve bombalama eylemi gerçekleştirdikleri iddiasıyla yargılanan, aralarında terör örgütü PKK itirafçılarının da bulunduğu davada, görevsizlik kararı verdi. Mahkeme, yargılamanın özel yetkili mahkemede yapılmasını kararlaştırdı.
Acaba mahkemenin bu kararında, iki resmî yazı mı etkili oldu? Dün Jandarma Genel Komutanlığı'ndan gelen yazıda, "bünyelerinde böyle bir birimin bulunmadığı belirtildi. Üç gün önce de, mahkemenin talebi üzerine, Genelkurmay Başkanı namına gönderilen yazıda; "Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde kurulmuş (JİTEM) adında herhangi bir birim mevcut değildir." yazıyordu...
Maalesef, son aylarda TSK adına yapılan açıklamalar, kurumu yıpratıcı bir güven sorunu ortaya çıkardı.
JİTEM, Sabah gazetesinin Mart 2009'da ele geçirdiği 11 Kasım 1993 tarihli resmî belgede şöyle tarif edilmektedir: "27 Ağustos 1987 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı'na bağlı olarak 'Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Grup Komutanlığı' (JİTEM) kurulmuştur."
Şimdi, Genelkurmay ve Jandarma yok diyor. Ama halen Eskişehir Emniyet Müdürü olan Hanefi Avcı, "var" diyor. Sayın Avcı, dürüstlüğü, görev ciddiyeti ve başarılarıyla tanınmış bir devlet görevlisidir. Sözünü ettiğimiz JİTEM davasında yazılı ifade vermiştir. Sayın Avcı'nın ifadesi önemlidir. Çünkü kendisi, 1984 ile 1992 arasında Diyarbakır Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yapmıştır. İfadesinde dediği şudur: "Diyarbakır Asayiş Kolordu Komutanlığı içerisinde ve Diyarbakır Alay Komutanlığı içerisinde tahsis edilen yerlerde, JİTEM levhaları bulunmaktaydı. Bu şahıslar, ilde yapılan ortak asayiş değerlendirmelerine, JİTEM komutanlığı görevlileri sıfatıyla katılmaktaydılar..."
Şahsen ben, bir vatandaş olarak JİTEM konusunda Hanefi Avcı'nın dediklerine inanıyorum. Çünkü Silahlı Kuvvetler'in, "yok" demeleri artık bana inandırıcı gelmiyor. Toprağın altından silah ve mühimmat çıkarılıyor; "yok öyle bir şey, onlar boru..." deniyor. 15 tane dolu LAW silahı bulunduğu halde, Genelkurmay Başkanı generallerle birlikte basın toplantısı düzenliyor ve boş LAW silahını gösteriyor. Demokrasiye ve millete ihanet belgeleri ortaya çıkıyor; "yok öyle bir şey, o kâğıt parçası" deniliyor. Ardından Adli Tıp uzmanları, "imza ıslak" diyor... Çukurambar'da bir albay ile binbaşı gözaltına alınıyor; "onlar, bilgi sızdırdığından şüphelenilen bir subayı takip ediyorlardı" deniliyor. Sonra iş büyüyor. Seferberlik Tetkik Kurulu'nun Ankara Bölge Başkanlığı'nda hâkim, kozmik odada 5 gündür belgeleri didik didik ediyor. Bu arada Çukurambar'daki iki subayı savcılar önceki gün sorguluyor. Savcıların sorguladığı albay, o muhbir olduğu söylenen subayın ismini veriyor. Ve bir yıldır da izlendiğini söylüyor. Genelkurmay dün apar topar bir açıklama yapıyor ve "Bilgi sızdırdığı iddia edildiği için hakkında bilgi toplama faaliyeti icra edilen askeri personele yönelik, bugüne kadar ileri sürülen bu iddiaları doğrulayacak herhangi bir bulguya rastlanılmamıştır." deniyor. Şimdi o subayın halet-i ruhiyesini düşünün...
Bütün bunlar, meselenin özü hakkındaki genel kanaatlerimizi daha da kuvvetlendiriyor. Bu ülkede, sivil irade üzerindeki askerî vesayetin kaldırılmasına karşı ciddi bir direnç söz konusu...
Ben bu satırları yazarken, eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Org. Kemal Yamak'ın, "Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler" (Doğan Kitap) isimli hatıralarındaki şu satırlara takılıyorum: "Ecevit, MHP ilçe başkanının Özel Harpçi olduğuna şaşıracağına, kendi içindeki milletvekillerine baksın. TBMM'de bu teşkilatın, birbirini tanımayan kaç milletvekili olduğunu birisi ona söyleyiverseydi ne olurdu..." Hâsılı, JİTEM yoktur, askerî vesayetin, giderek artan sıkıntısı çoktur...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.