Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Mekke fethinden hayata bakış

Mekke fethinden hayata bakış

Bir sohbet esnasında dinleyicilerim, kalabalık olmamasından yakındılar...
Onlara dedim ki: “40 kişi olduklarında, Âlişan Efendimiz topluca Kâbe’ye yürümüş ve tavaf etmişti. Siz 40’tan daha fazlasınız. Sayınızı küçümsemeyiniz” demiştim.
Hâlâ aynı fikirdeyim: Homojen, bilinçli 40 kişinin yapabileceğini bazen ordular yapamaz.
Nitekim maddi anlamda imkâna ve güce sahip olmalarına rağmen Nemrutlar, Firavunlar, Ebu Cehiller mağlup ve perişan oldular.

İslâmiyet, putların yerine ‘Tevhid İnancı’nı yerleştirmek için gönderilmişti. Halbuki ‘Tevhid inancı’nın yeryüzündeki âbidesi olan Kâbe, İslâm güneşinin doğuşundan 20 yıl sonra bile putların işgali altındaydı: Kâbe’yi artık kurtarmak gerekiyordu.
Rasûl-i Âlişan Efendimiz (s.a.v), Hicret’in 8. yılı, Ramazan'ın 10. Pazartesi günü, (1 Ocak 630) Mekke’yi fethetmek amacıyla Medine'den yola çıktı. Yoldan katılanlarla birlikte ordu mevcudu 12 bini bulmuştu.
Mekke'ye bir konak (yaklaşık 16 km.) mesafede bulunan “Merru'z-zahrân” denilen yerde karargâh kurdu.
Yollar iyice tutulduğu için, İslâm ordusu Merru'z-zahrân'a gelinceye kadar Mekkeliler hiçbir haber alamamışlardı. Müslümanların yaklaştığını duyunca ne yapacaklarını şaşırdılar...
Ebû Süfyân durumu anlamak, Müslümanlar hakkında bilgi edinmek için yanına birkaç kişi alarak, Mekke'den ayrıldı.
Peygamber Efendimiz’in huzuruna girdiğinde, Efendimiz onu gülümseyerek karşıladı ve iltifat etti:
“Her kim Ebû Süfyân'ın evine girerse, emniyettedir. Her kim kendi evine kapanır, ordumuza karşı koymazsa, emniyettedir. Her kim Harem-i Şerîf'e girerse, emniyettedir. Ebû Süfyân bunu Mekke ahalisine ilan edecektir.”
Ebu Süfyân kendisine gösterilen hüsnü kabulden o kadar etkilendi ki; hemen Kelime-i Şahadet getirip Müslüman oldu.
Mekke’ye döndüğünde dedi ki: “Muhammed (s.a.v) , karşı koymamıza imkân olmayan bir ordu ile üzerimize geliyor.”
Ebu Süfyân'ı dinleyenler, şaşırıp kaldılar. Her gün Müslümanlığın aleyhinde konuşan adama bir şeyler olmuştu!
Herkesi telâş sardı. Azılı kâfirler, savunma hazırlığı için koştururken, Ebû Süfyân'a inananlar evlerine çekildiler. Bir kısmı da Harem-i Şerîf'te ve Ebû Süfyân'ın evinde toplandılar. Artık Mekke fethe hazırdı.
Rasûlullah Mekke'ye girmeden önce, “Zî Tuvâ” denilen yerde durdu. Ordusunu dört kısma ayırıp her birinin şehre giriş noktalarını tâyin etti. Ve buyurdu ki: “Saldırıya uğramadıkça kan dökmeyin...”
Mekke’ye baktı: Doğduğu yerden ayrılmak zorunda kaldığı günün üzerinden sadece 8 yıl geçmişti: 8 yılda hakikat yüreklere kök salmış, dirilmiş, yeşermişti. Başta İslâm’ın aleyhinde gibi gözüken tüm beşeri şartlar, sabır, sebat, sadakat ve bütün bunların temeli olan inanç sayesinde değişmişti.
Bir fatih azametinde görünmek istemeyen Resûl-i Âlişan Efendimiz, devesinin üstünde alabildiğine eğilmiş, için için bunları düşünüyor ve sessizce hamdediyordu.
Mekke kan dökülmeden fethedilmişti. (20 Ramazan 8 H./11 Ocak 630 M.) Artık sıra Kâbe’nin putlardan arındırılmasındaydı.
Rasûlullah, Kâbe’ye gitti. Putları değneğinin ucuyla itekleyerek devirirken, “Hak geldi, bâtıl yok oldu, esasen bâtıl yok olmaya mahkûmdur” diyordu.
Sonra Kâbe’nin içini de putlardan temizledi.
Nihayet kapıya çıktı, eşikte durdu. Derin derin Mekkelilere baktı: Karşısında, 20 yıl boyunca şahsına ve Müslümanlara zulmeden insanlar duruyordu. Hepsini bir emirle yok edebilirdi. Sordu:
“Ey Kureyş! Size şimdi nasıl bir muâmele yapacağımı zannediyorsunuz?”
Mekkeliler, bir ağızdan umutlarını seslendirdiler:
“Senden hayır (iyi şeyler) umuyoruz. Çünkü sen kerîm bir kardeş, âlicenâb bir kardeş oğlusun.”
Resûl-i Âlişan Efendimiz gülümsedi:
“Ben de size Yûsuf'un kardeşlerine söylediği gibi, ‘Bugün size geçmişten dolayı azarlama yok’ (Yûsuf Sûresi, 92) diyorum. Haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz.”
Hepsini affetti. Halbuki bunlar Hz. Peygamber’e ve tüm inananlara yıllar boyu zulmetmiş insanlardı. En korkunç işkencelere tâbi tutmuşlar, akla hayâle gelmedik eziyetler yapmışlar, dinlerinden zorla döndürmeye çalışmışlar, nihayet Mekke’den hicret etmeye zorlamışlardı.
Resûl-i Âlişan Efendimiz’in yerinde kendilerinden biri olsaydı, kuşkusuz intikam almaya kalkışırdı. Fakat o affediyor, üstelik de hepsini kendine “kardeş” yapıyordu. Çünkü o bir Peygamber’di, o Son Peygamber’di.

Sevgili dostlarım; meşru hedefinize meşru vasıtalarla yürürken, kaç kişi olduğunuza bakmayın, arkada kalanlarla ilgilenmeyin, başarısız olabileceğinizi bir an bile düşünmeyin...
Sadece hedefe kilitlenin ve kimsenin emeğine-yüreğine basmadan koşun! Unutmayın ki, muvaffakiyet Allah’tandır!
Umudumuzu asla yitirmeden, bugünkü durgunluğu, yorgunluğu aşmak için kıble koşusuna devam edeceğiz...
Tevfik Allah’tandır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi