Güven bunalımı

Güven bunalımı

Bozulan sadece toplumun psikolojisi değil, tek tek bireylerin psikolojisi ağır bir baskı altında. Toplum psikolojisi grup dinamikleriyle oluşur.
Burada söz konusu olan daha çok iç dünyalarımızda yaşadığımız ağır bir tahribat. Neyi düşünüp neye karar vermemiz gerektiğinden emin olamıyoruz. Sebep ne? Derin bir güven bunalımı. İnandığımız, doğru bildiğimiz ve üstelik hayatımızı üzerine inşa ettiğimiz varlıklardan ve değerlerden şüphe ediyoruz.

"Kurumlararası çatışma" veya "kaos endişesi" gibi deyimler, yaşadığımız bu derin travmayı ifade etmek için yetersiz. Gerçeklik duygumuzu kaybedecek ölçüde derin bir güven bunalımı bu. Her şeyin anlamını yitirdiği, değersizleştiği ve ters-yüz olduğu bir psikolojik deformasyon süreci, tek tek bireyler olarak yaşadığımız.

En zor kazanılan şey güvendir; aynı zamanda çok kolay harcanan ve tüketilen. Toplum olarak bizi, bu ülkeyi bir arada tutan bu çok değerli sermayemizi hızla tüketiyoruz. Bu güven bunalımının arkasında ise tek sebep var: TSK içinde arka arkaya patlak veren skandallar. Türkiye'nin başka herhangi bir kurumuyla ilgili değil, askerle ilgili bir güven bunalımı söz konusu olan. Adı üzerinde, güvenliğimizden sorumlu kurum. Şimdi bu kurum bireysel dünyamızı alt-üst eden güvensizliğin yegâne kaynağı. Daha büyük endişe olabilir mi? Güvenliğimizi sağlamakla görevli kurumun güvenliğimizi tehdit ettiği kuşkusunu taşıyoruz.

Her akşam televizyon ekranlarında, Kirazlıdere'deki Özel Harp Karargâhı'nın kapısını seyrederken, bu kapıdan cinayet işlemek üzere birilerinin vaktiyle çıkmış oldukları ve aynı kapıdan işlerini görüp dönmüş oldukları kuşkusunu taşımak, insanı nereye götürür? Küçük çocukların hayatına kasteden caniler, katliam planları yapan muvazzaf askerler kovuşturulurken, bu işler için kullanılmak üzere toprak altına gömülen silah ve mühimmatın dökümü çıkartılırken ne düşünmemiz bekleniyor? Askerin itibarı mı? Ordunun güvenilirliği mi? Ülkeyi korumak üzere eline silah teslim ettiğimiz görevlilerin namluyu bize çevirdikleri endişesi yaşarken neyin itibarı, neyin güvenilirliği?

Yaşanan skandallara paralel olarak yüksek komuta kademesinin sergilediği tutumu hatırlayalım. Askerî savcılıkla hemen kapatılan soruşturmaları, "kâğıt parçası" aşağılamasını, bağımsız yargıya "bu belgenin sahte olduğunu ispatlama" görevi verilmesini, LAW silahının aslında bir mühimmat olduğunu, savaş gemisi güvertesinden yargıya ve aydınlara verilen talimatları... Bugün yaşadığımız derin güven bunalımının ve kaybolan inandırıcılığın arkasında bu açıklamalar yok mu? Neden hâlâ Türkiye'nin en büyük bütçeli ve en kalabalık personelli ve elindeki silahlarla en korkutucu kurumunun elinde iğne iplik minareye kılıf hazırladığı kuşkusu taşıyoruz?

Geldiğimiz nokta berbat bir yer. Kurum olarak siyasetin, bürokrasinin diğer kollarının ve özel sektörün bu berbat durumda payı var mı? Kimi neyle suçluyoruz? Karargâhı kastederek orduyu lağvedip yeni bir ordu tesisinden bahsetmiştim. Elimizi vicdanımıza koyup şu soruya bir cevap verelim. Tek tek Türkiye'nin kurumlarını gözden geçirip, her birinin yokluğunda ne durumda olacağımızı hayal edelim ve şu soruyu soralım: Ordusu olmayan bir Türkiye bugün hem uluslararası alanda, hem de içeride daha güvenli midir, değil midir? Eğer bu soruda zerre kadar mantık kırıntısı varsa vay halimize...

Yapılacak tek şey şeffaflığı sağlamak. Ordu bütün kurumlarını denetime açacak. Tekrarlamaktan bıkmayacağım. Ordunun sahip olduğu bütün gizli bilgi ve planlar işportaya dökülse, bugün üzerine çöken şaibenin Türkiye'ye verdiği zararın onda birini veremez. Cesur adımlara ihtiyacımız var. Atılacak en cesur adım ise her türlü denetimi göğüsleyecek bir durumda olmaktan ibaret.

Türkiye'nin derinden yaşadığı güven ve güvenlik bunalımını aşmanın başka çaresi yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi