Mağlubiyet ideolojisi diriltilebilir mi?
Türkiye’nin Millî Mücadele’den sonra, Millî Mücadele’nin muhtevasıyla zıd çerçevede oluşturulan ideolojisi bugün geçerliliğini tamamen kaybetmiş durumda. O zamanın dünya hâkimlerinin Türkiye’den beklentilerine cevap veren, içeriye de baskıyla kabul ettirilen ideolojik muhteva, bugünün dünyasında fazla bir anlam taşımıyor.
Bu ideolojinin diğer tek partiden, totaliter rejimden demokrasiye geçen ülkelerde olduğu gibi, 1950’de çöp sepetine atılması gerekirken, Kapitalist-Komünist çatışmasının yeni bir biçim aldığı bu dönemde sürmesine müsade edildi. Çünkü Türkiye’nin oligarşik seçkinlerinin meşruiyet dayanağı bu ideoloji idi.
Sovyet sistemi çöktükten sonra, ideolojik merkez büyük bir tedirginliğe kapıldı. Bu yüzden Samuel Huntington’un “Medeniyetler çatışması” tezine dört elle sarıldı. “Batı Çalışma Grubu”, onların yeni düşman İslâm tarafında değil, Batı tarafında yer aldığının işareti idi. Bu grup, Huntington’un tezine paralel gerekçeler üreterek Türkiye’de dini kontrol ve baskı altına alarak efendilerine “biz varız, Türkiye’de sizin düşmanlarınızla en iyi biz mücadele ederiz” mesajını verdiler.
Türkiye’yi bu ideoloji ile bir daha yönetmek ihtirası, felaketle sonuçlandı. Bütün göstergeler geriye gitmeye, ekonomi başta olmak üzere bütün yapılar çökme belirtisi vermeye başladı. Bu yüzden bin yıl sürmesi arzu edilen 28 Şubat zihniyeti on yıl bile dayanamadı. 2002 seçimleri Türkiye’nin yeni yüzyılda varolabilmesi için umut verici bir başlangıç sayılabilir. Bu umut verici başlangıç, ister istemez, Türkiye’nin yerleşik oligarşisinin sonunun da başlangıcı idi. Fakat yeni seçilenler, çatışarak değil, zamana yayarak merkezi kontrol altına almayı tercih ettiler.
Bu süreç, zaman zaman oligarşik merkezin yeni hamleleri ile kesilmeye çalışıldı. Bu bizim hâlâ yaşadığımız yakın dönemdir. Bu dönemde oligarşik merkez ve onun kurumları, aktörleri çeşitli hamleler yaptılar, bu hamleler mevcut yönetimden gerekli karşılığı bulduğu için sonuçsuz kaldı.
2007 seçimleri, oligarşik merkezin Türkiye’yi yönlendirme gücünün sona erdiğinin en açık göstergesi oldu. Bu andan itibaren ideolojik merkezin, gerçekçi davranıp sınırlarını doğru tanımlayıp, normalleşme sürecini doğru yönetmesi gerekiyordu. Bu hususta ideolojik merkezin çok başarılı olmadığını yaşananlardan biliyoruz.
2010 Türkiye’nin normalleşmesinde önemli bir yıl olabilir. İdeolojik merkez, çeşitli olaylardan ötürü sınırlarını belirleme konusunda ikna olmuşa benzemektedir. Türkiye’nin normalleşmesi, bütün güçler tarafından kabul edilen bir süreç olarak algılanmaya başlanmıştır. Normalleşmenin önündeki ideolojik kalıntılar artık fazla mesele teşkil etmiyor. Mağlubiyet ideolojisini diriltmeye yönelik kampanyalar açılmıyor, cılız bazı teşebbüsler de kamuoyunda gerekli yankıyı bulamıyor.
Türkiye, 21. Yüzyılda 20. Yüzyılın gerekçelerini esas alarak varlığını sürdüremez. Dünyanın değişimine paralel, Türkiye’nin dönüşümü yeni dinamikler ortaya çıkarıyor. Bu dinamikleri doğru okuyanlar, doğru adımlar atabilir. Türkiye’nin güçlü hariciye bürokrasisi bu okumayı doğru yapmış görünüyor. Diğer kesimler de ideolojik takıntıları bir yana bırakarak, geleceğin Türkiyesinin inşasında olumlu rol oynama imkanını elde edebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.