Meydanda hınç, ekranda linç... Bu ruh hali, korkuttu beni!
Hani, “deve”ye; “Boynun neden eğri?” diye sormuşlar da, deve; “Nerem doğru ki!” diye cevap vermiş ya; Türkiye’de olan-biten olayların çoğu da “eğrilik” ve “yamukluk”larla dolu... Hangi birini sayacaksın?.. Türkiye’nin bir “hukuk devleti” olduğunu, hukuk devletinin temel şartının da “şeffaflık” olduğunu ama, bunu “hazmedemeyen” bazı kesimlerin, “Devletin hakimi bile olsa, devlet sırlarının bulunduğu Kozmik Oda’lara giremez” diye kükremesini mi, her zaman meydana gelen bir “kavga”nın “gerilim” ve “etnik çatışma” olarak sunulmasını mı?.. Gerçekten hangisini ele alacaksın, hangisindeki “yamukluk”ları dile getireceksin?.. Çünkü, bir “zihniyet” var ki; bırakın “yangının üzerine benzinle gitmeyi” artık “yangın çıkarmak” için, Kurtlar Vadisi’ndeki “Cevat” gibi, ellerinde “kibrit”le dolaşıp, “yakacak yer” arıyorlar!..
HINÇ DOLU BİR EMEKLİ GENERAL!
Ne yalan söyleyeyim; önceki gece “32. Gün”ü izlerken korktum!.. Korkmak ne kelime, nutkum tutuldu...
Sanki buz kestim!.. Kanım dondu!..
Emekli Tuğgeneral Ramiz İlker, öylesine “öfke küpü”, öylesine “agresif” ve öylesine “burnundan kıl aldırmaz” bir hâldeydi ki; Prof. Mümtaz’er Türköne adına endişelendim... Bereket ki, “stüdyo”ya girerlerken bellerindeki “tabanca”yı çıkarıyorlar...
Öyle olmasa var ya; Ramiz İlker, şarjördeki bütün mermileri Prof. Türköne’nin üzerine boşaltırdı...
Yine de hıncını alamaz, cesedinin üzerine çıkar, herhalde “Ergenekon dansı” yapardı...
Öylesine “hınç ve öfke” doluydu!..
İzleyemeyenler için, zaman zaman “tehdit”lerin savrulduğu Prof. Türköne’nin ise “muzipçe gülümsediği” ama “dik” durduğu “tartışma”dan kısa bir bölüm aktarayım:
Mümtaz’er Türköne: Ergenekon soruşturmasını yürüten mahkeme, şu anda ordu içindeki illegal bir çetenin, bir terör örgütünün üstüne gidiyor. Bu yapıyı deşifre edip tasfiye etmeyi öngörüyor. Ordunun içindeki bu çeteler şu anda ülkenin iç ve dış anlamda tehdit sıralamasında en büyük tehdit durumundadır. Ordunun bunlardan arınması için ciddi bir tasfiye süreci yaşaması gerek.
Ordunun da bu konuda yenilenmesi gerekiyor artık.
Ramiz İlker: Böyle bir şey olamaz, kabul edilemez!.. Sen 2. Mahmut musun ya?
Mümtaz’er Türköne: 3. Selim efendim...
Ramiz İlker: Bırak şimdi 3. Selim’i!.. Karargâh bazında tasfiyeden söz ediyorsun, ne demek ya?
TSK, Yeniçeri Ocağı değildir!..
Bunun kafanıza sokun!.. Bu kimin ordusu? Yarın sizi kim kurtaracak? Kim kurtardı yedi düvele karşı?
Mümtaz’er Türköne: Ama çeteler...
Ramiz İlker: Ne çetesi ya!.. Ağzını açtın çete dedin, hâlâ çete diyorsun. Çeteyle özdeşleşmişsin galiba.
Mümtaz’er Türköne: Yargı ne yapıyor o zaman, şu anda?..
Ramiz İlker: Yargının yaptığı da tartışılır.
Yargıya saygımız var!..
Mümtaz’er Türköne: Tartışın o zaman.
Ramiz İlker: Benimle polemiğe girme, lütfen dinle. Profesör olmuşsun ama dinlemesini bilmiyorsun kusura bakma. Dinle! Benimle öyle şeye giremezsin bak.
Polemiğe sakın girme! Kaybedersin! (İşaret parmağını Türköne’ye doğru sallayarak ve bağırarak)
Ramiz İlker: Ne demek ya. Katil mi bu Türk ordusu?..
Bak çizmeyi aşıyorsun!..
Mümtaz’er Türköne: Ben çizme giymiyorum.
Ayakkabı giyiyorum.
Tartışmayı izledikten sonra, düşündüm de;
Allah, bu milleti de, “demokrasi ve özgürlük”lere sahip çıkan kişi ve kuruluşları da, “Emekli Tuğgeneral Ramiz İlker zihniyetinin eline düşmekten” korusun!..
Bu zihniyet, “darbe” yapmakla kalmaz, “iç düşman” gördüğü kişileri “kıtır kıtır keser” veya “lime lime doğrar”ken kılı bile kıpırdamazdı!..
Oysa, aynı programa katılan Atilla Kıyat da bir “asker”, yani “emekli koramiral” olmasına rağmen, zaman zaman “Hükümetlere sert eleştiriler” yapmasına rağmen; hem “sakin”di, hem de “ağırbaşlı!”
Meselâ, onunla “oturulur”, saatlerce “tartışılır” ve bir şeyler öğrenilir!..
O DARBELERİ KİM YAPTI?
Ama, Emekli Tuğgeneral Ramiz İlker’den ve “onun zihniyetindekiler”den, Allah korusun!..
Onlar, sadece “darbe” yapmakla kalmaz, ülkeyi “harbe” bile sokarlar!..
Çünkü adam, İsmet İnönü’nün sözüne atıfta bulunarak, “Şartlar tamam olduğu zaman, milletler için ihtilâl meşru haktır” deme cür’etinde bile bulundu...
Resmen, “darbe”leri savundu!..
Demek oluyor ki;
1960’larda “kanlı ihtilâl”ler,
1970’lerde “askeri muhtıra”lar,
1980’lerde “kanlı darbe”ler,
1990’larda “28 Şubat”lar,
2000’lerde “27 Nisan”lar,
Bu zihniyetin ürünüdür!..
Milleti “iç düşman” olarak görüp, yine bu milletin paralarıyla alınan “silah”ları “millete doğrultan” bu zihniyetin!..
Açık ve net söylüyorum;
Şahsen ben, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ başta olmak üzere, mevcut “Genelkurmay Yönetimi”nin, kesinlikle “Ramiz İlker gibi düşünmediğini” tahmin ediyorum... Eksik ve yanlışları olsa da, onların “demokrasi ve hukuktan yana” olduklarını düşünüyorum... Zaten, öyle olmasa, Ramiz İlker’in; “Ben olsaydım Kozmik Oda’yı açmazdım... Genelkurmay’ın aramaya izin vermesini de kabul etmiyorum... Bence hatadır” tavrının aksine, İlker Başbuğ; kapıları açıp da; “Yapılan hukuka uygundur... Buyrun arayın” demezdi!..
Sonuç olarak;
Genelkurmay ne kadar “makul” davranıyorsa, Ramiz İlker gibilerin “agresif”liği ve “hınç” kokan tavırları, herhalde dikkatlerden kaçmamıştır!..
TEKEL’İ “YOK” SAYAN KİMDİ?
Malûm, o programda “gündemdeki olaylar” da tartışıldı... Meselâ “Tekel işçileri”nden, “özelleştirme”lerden filân bahsedildi.
Öyle zannediyorum ki;
“Olayın aslı”nı bilmeyenler, halen Ankara’da “eylem”lerini sürdüren “Tekel işçileri”nin bu hükümet tarafından mağdur edildiğini düşünür!.
İnsanlar, böyle düşünmekte haklıdırlar!..
Çünkü efendim;
Bir yandan Deniz Baykal, bir yandan Devlet Bahçeli ve bir yandan da Hüsamettin Cindoruk, birer “işçi dostu” postuna bürünüp, onları ziyaret ederek, “parti binalarında çay içip ısınmaya” bile davet ettiler!..
Açıkçası, işçileri “tahrik” ettiler!..
Hem de, “hınç”la!..
Hele, Devlet Bahçeli;
“Hükümet özür dilemeli” bile dedi!..
Tamam, iyi hoş da, sormazlar mı adama;
“Tekel işçilerinin bu hâle gelmesine sebep olan kim”dir, ya da “hangi hükümet”tir!..
Bir ipucu vereyim...
3 Ağustos 1998 tarihli Milliyet’in manşeti, aynen şöyleydi:
“Tekel’i, önce yasadan siliyorlar!”
Buyrun, haberin detayını okuyalım:
“Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın hazırlattığı ve Bakanlar Kurulu’nda imzaya sunulan “Tütün ve Tütün Mamulleri Kanun Tasarısı”, özelleştirmelerle ve yabancılaştırmalarla ufaltılmak istenen Tekel’i tamamen yok sayıyor.”
Şimdi sormak lâzım değil mi;
“Tekel’i yok sayan” tasarıyı hazırlayan Eyüp Aşık, o günlerde “Başbakan Mesut Yılmaz’ın bakanı” değil miydi?..
Ve o hükümetin içinde; bugün “timsah gözyaşları” döken Hüsamettin Cindoruk ve partisi yok muydu?..
Geçelim... Gelelim, Temmuz 2001’e...
Türkiye’deki “ekonomi uzmanları”nın “köküne kıran girmiş” gibi, “ABD’den ithal” edilen Kemal Derviş, o günlerde “acil önlem paketi”ni açıklıyor...
Ve bu paket, “ulusalcılık ve milliyetçilik edebiyatı” yapan, halen de “firar”da bulunan Cem Uzan’ın gazetesi Star’da “Umut programı” olarak pompalanıp, “Derviş’in ağzından” deniliyor ki;
“Bunları yaparsak düze çıkarız...
Yapmazsak, kendi düşen ağlamaz!”
Peki, nedir o “yapmamız” gerekenler:
¥ “Türk Telekom’un yüzde 51’i blok olarak satılacak. Kalanı halka ve çalışanlarına satılacak.”
¥ “THY, Tekel ve Şeker Fabrikaları başta olmak üzere tüm özelleştirmeler hızla yapılacak.”
¥ “Türk Hava Yolları, iç hat biletlerinde Hükümet’e danışmadan zam yapabilecek.”
Söyleyin Allah aşkına;
“Bunlar olmazsa, olmaz!” diyen Kemal Derviş, hangi hükümetin bakanıydı?..
Bugün, “Tekel işçileri üzerinden rant sağlamaya” çalışıp, Hükümet’i “özür dilemeye” çağıran Devlet Bahçeli, o hükümette “Başbakan Yardımcısı” değil miydi?..
Şimdi kalkmışlar;
“Zeytinyağı gibi üste çıkmaya” çalışıyorlar!..
Tıpkı, 1990’da “Özel Harp Dairesi’nin araştırılması” için önerge verip de, bugün “Kozmik Oda’da kozmik patates buldular” diyen Deniz Baykal gibi!..
SELENDİ’DEKİ OLAYI BİLE ÇARPITTILAR!
Tek yaptıkları, “istismar!”
İstiyorlar ki;
“Çatışma” çıksın, “gerilim” devam etsin!..
Manisa’nın Selendi ilçesindeki bir kahvehanede “sigara içme kavgası”yla başlayan olayları bile, “açılım”a bağlayıp, “etnik çatışma” diye çarpıttılar ya; varın, gerisini siz düşünün!..
Söyledim, yine söyleyeyim;
“Gerilim”den ve “çatışma”dan rant elde etmek isteyen, “darbe”yi bir “umut” olarak gören “cuntacılar ve onların sivil uzantıları”ndan, Allah; bu memleketi de, bu milleti de korusun!..
Çünkü, “ne yaptıklarını” biliyoruz!..
“Ne yapacaklarını” tahmin etmek de güç değil!..
Bunlar var ya;
“Düşman” olarak gördükleri insanları, hem de gözlerini kırpmadan kıtır kıtır keserler, cesetlerinin üzerinde de dans ederler!..
Ben, bu “hınç” hâlinden çok korktum!..
Bereket ki, onlar “yönetimde” değil!..
=============
Yenilen pehlivan, güreşe doymazmış!
Özellikle “yağlı güreş”lere gidip de, “pehlivan”ları hiç izlediniz mi?.. Ben küçükken çok gittim... “Yenilen pehlivan”ların nasıl “hırs küpü”ne döndüğünü, yenilmeyi hazmedemeyip, nasıl “agresif”leştiğini çok gördüm!.. Sadece “bağırmak”la kalmazlar, kendilerini yenen “rakip”lerinin üzerine yürürler, “çıngar” çıkarırlardı...
Başbakan Tayyip Erdoğan da, bu “güreş”leri izlemiş olmalı ki, dün “muhalefet partileri”ne yüklenirken, onları “yenilen pehlivanlara” benzetip, demiş ki; “Yenilen pehlivan güreşe doymazmış!.. Bunlar da güreşe doymayan pehlivanlar gibiler!”
Yalan da değil... Daha “2.5 yıl önce yapılan seçim”de boylarının ölçüsünü aldılar ama belli ki, “seçime doymamışlar!”
Avaz avaz bağırıyorlar; “Seçim de seçim!”
Tayyip Erdoğan da demiş ki; “Kimse seçim rüyası görmesin!.. Seçimler, zamanında yapılacak!.. Kaldı ki, muhalefetin iddialarının aksine, şu anda açık ara öndeyiz!”
Merak ediyorum; CHP ve MHP niye “seçim” istiyor?..
Neye güveniyorlar?.. Eğer seçime gidilmezse, “Ergenekon’un çökeceğinden” filan mı korkuyorlar?.. Kimbilir, belki de “Ergenekon avukatlığı”ndan “Ergenekon hakimliği”ne terfi etmek istiyorlardır!..
Ama şunu unutuyorlar:
“Aç tavuk”lar da, kendilerini “darı ambarı”nda görürlermiş!..