Evet dede duyuyorum
Kırık kanatlı beyaz at 2
Ahmet ise gecenin bu saatinde olup bitenlerden hiç bir şey anlamadı, kırılan duvarların arasında küçük bir yere sıkıştı... Elinde kırık kanatlı beyaz atı vardı. Her yer karanlıktı. Duvarlara elini sürdü. Sonra atına sarıldı ve onunla konuşmaya başladı.
- Biliyor musun sevgili atım, akşam ben kuzenimin burnunu kanatmıştım. O da bana: "Seni polislere şikayet edeceğim, hapse attıracağım" demişti. Bak, dediğini yaptı. Polisler bizim evi bastılar. Beni hapse attılar. Hele bir yarın olsun dedem gelir beni kurtarır... Ne olur beni yalnız bırakma kırık kanatlı atım! Burada çok korkuyorum. Her yer karanlık! Annem hiç konuşmuyor! Sen de gidersen ben ne yaparım. Hem yukarıdan küçük bir ışık sızıyor kanatlarınla al beni oradan kaçır. Kimse görmez... Bak Melike de korkmuştu polislerden ama şimdi sustu. Herhalde ona bir şey yapmadılar... Ama annem neden Melike'yi onların elinden almadı sence???
Ahmet, kuzeninin burnunu kanatmıştı. Kendisinin bu yüzden cezalandırıldığını ve hapse atıldığını düşünüyor ve kendince cezasının bitmesini bekliyordu. Ama gece hiç bitmiyordu. Karanlıklar aydınlığa dönüşmüyor ve şu daracık mekan genişlemiyordu. Gece boyunca atıyla konuştu.
Sabah olmuştu. Gölcük binlerce insanın ölümüne yaralıların feryadına tanıklık ediyordu. Ahmet sıkışıp kaldığı duvarlar arasında atına sarılmış ve ağlayarak uyuyakalmıştı..
Sabah erkenden bütün akrabalar yıkıntılar arasından kızlarını ve torunlarını sağ çıkarabilmek için çalışıyorlardı. Yürekler büyük bir korkuyla çarpıyordu. Her şey olabilirdi. Buna hazırlıklı olmaları lazımdı..
Akşama doğru yaşlı dede moloz yığınları arasında kızının ve damadının cesedine ulaşmıştı. Çaresiz hıçkırıklarla çıkardılar cesetleri. Genç kadın sanki bir içsel sezgiyle son yolculuğa çıkmadan önce iki yavrusunu da öpmüştü. Şimdi Ahmed'in soluk yüzünde annesinden kalan son buse vardı yalnız...
Göz yaşları sel olmuştu adeta. Minik Melike'yi de çıkardılar ağır beton yığınları arasından. O da çoktan uçmuştu Cennet'e ...
Dedenin artım tek umudu Ahmet'ti. Anneanne, teyzeler, dayılar, hepsi cesetlere sarılmış ağıt yakarlarken, dede hıçkırarak sordu :
_ Yavrum nerede? Ahmed'im dedi...
Dayı biraz daha uğraşalım, belki sağdır dedi.
Yukardan bağırıyorlardı.
_ Ahmeeet! Oğlum bizi duyuyorsan cevap ver! Ahmet karanlığa karışan seslerle uyandı. Atına sarıldı sonra cevap verdi :
_ Kimsiniz siz?
_ Oğlum ben dedenim. Sesimizi duyuyor musun?
_ Evet duyuyorum dede.
_ İyi misin?
_ Dede polisler gitti mi?
_ Ne polisi oğlum?
_ Dün ben kuzenimin burnunu kanatmıştım. Beni polislere şikayet etmiş. Sonra polisler evi bastılar beni hücreye kapattılar..
Yaşlı adam çocuğun söylediklerine bir anlam verememişti.
- Oğlum korkma seni kurtaracağız. Dedi..
Bu konuşmaların ardından yaklaşık dört saat sonra Ahmed'i yıkıntılar arasından çıkardılar.
Çocuk son derece şaşkındı. Atına sarılıyordu. Sordu:
- Annem, babam nerede?
Dede hıçkırmaya başladı. Ona ne cevap verebilirdi ki? Dayı, anneanne hepsi Ahmed'e sarılıp ağladılar. Soruyordu Ahmet:
- Siz neden ağlıyorsunuz.
Anneanne :
_ Dört yaşında bir çocuğa bunu nasıl anlatabiliriz? Dedi. Gözlerini sildi ve oğlum annen, baban ve Melike Cennete gittiler.
O ana kadar soğukkanlılığını koruyan Ahmet bu sözler karşısında kendini yere attı ve ağlayarak sordu:
- O halde beni niye götürmediler? Ahmet ailesini öldüğünü öğrenmişti.
Atına sarıldı ve :
- Kırık kanatlı beyaz atım, dün akşam annem beni öptükten sonra babamı ve kardeşimi alıp Cennete gitmiş. Şimdi ben burada yapayalnızım.
Al beni götür onların yanına!
Beyaz atım, al beni kanatlarına sonra anneme götür !
Dede, bu dönem torununa destek olmuş, onun yas sürecini atlatmasına yardımcı olmuştu. Ailenin desteğiyle ayakta kalan çocuk ise bundan sonra hayatını dedeyle sürdürecekti...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.