Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Bir birimizi dışlama merakımız üzerine

Bir birimizi dışlama merakımız üzerine

Askeri cuntaların cirit attığı bir ülkede iktidar partisine yönelik olarak telaffuz edilen “sivil faşizm” ithamları...
Ve “kadrolaşma” isnatları...
Yine o bildik “biz” ve “onlar” sendromu...
Hepimiz aynı milletin çocukları olduğumuza göre, kastedilen “onlar” kim?
“Onlar” işte canım, “iktidardakiler.”
Yani “millet” ekseriyetinin tercihi ile iktidara gelen siyasi oluşum...
İktidara gelen siyasi oluşum, kendi görüşleri istikametinde “kadro”laşamayacaksa, bir şey değişmeyecek demektir...
Bir şey değişmeyecekse, söyler misiniz millet Ak Parti’yi niye seçsin? Dahası, bu durumda seçim filan yapmaya ne gerek var?
Aynı ekip kıyamete kadar ülkeyi yönetir, olur biter!

Bakın dostlarım, “demokrasi”, bizden olmayanlara tahammül etmenin adıdır.
Kaldı ki, “biz”, farklı duygular, farklı düşünceler, farklı eğilimler, farklı siyaset, farklı kıyafet içinde olsak bile aynı milletiz.
Ülkede sadece bizim gibi inananlara, bizim gibi düşünenlere, bizim gibi giyinenlere hayat hakkı tanır da gerisini dışlarsak, bir gün bizi de dışlarlar.
Herkes bizim gibi inanmak, bizim gibi düşünmek, bizim gibi giyinmek, kısacası bizim gibi yaşamak zorunda değildir.
“Herkes bizim inançtan, bizim itikattan, bizim tarikattan, bizim cemaatten, bizim aşiretten, bizim siyasetten olmalı” düşüncesi “çağdışı” bir düşüncedir!
Kendimizi ne kadar “çağdaş” ve “modern” sayarsak sayalım, aslında farklı düşüncelere tahammülümüz ölçüsünde “çağdaş” ve “modern”iz!
“Kimse bizim gibi görmek, bizim gibi sevmek, bizim gibi anlamak, bizim gibi düşünmek, bizim gibi giyinmek, hayata bizim penceremizden bakmak zorunda değil” dediğimiz gün, çağdaşlaşmaya doğru en büyük adımı atmış olacağız.
Önce “farklı düşünce”ye ve yaşama biçimine tahammül etmeyi öğrenmemiz lâzım.
Her başını örteni, ya da Ak Parti’ye oy vereni “potansiyel düşman” gibi görürsek, bunun altından kimse kalkamaz.
Toptancı yaklaşımlar yalnızca “laik” kesimden gelse “arizi bir fevrilik” olarak değerlendirebilirdik. Ama tüm kesimlerde bu hastalık var. Dışlanmaktan yakınan dini gruplar bile kendilerini kategorize edip “öteki”yi dışlıyor.
Anlayacağınız, bu hepimize bulaşmış bir “hastalık!”
Kişileri, grupları, cemaatleri, tarikatları, siyaset ve siyasetçileri ya tümüyle benimsiyoruz yahut bütünüyle reddediyoruz! Makul ve mantıklı bir yaklaşım sergilemiyoruz.
Ruhumuzu “toptancılık” havası sarmış. Çünkü toptancılıkta kolaylık var: Kabalama “red”, yahut “kabul” için olaylar üstüne kafa patlatmak, tahliller yapmak, karşılaştırıp kıyaslamak; kısacası kılı kırk yarmak gerekmiyor.
Ya “bizden”dir, ya “onlardan!” Olay bitmiştir. Artık her şey alabildiğine kolaylaşmıştır...
Bir konuda bizden “farklı” olup bin konuda bizimle olanları bile çöpe atmakta zerre tereddüt göstermeyiz... Harcaya harcaya kendi kendimizi “insansız”lığa mahküm ettik. Aslına bakarsanız, insansızlığımız, insafsızlığımız yüzündendir!
Bağnazlığımızdan ötürü sürekli terk ediliyor, terk edile edile yalnızlaşıyoruz.

Bir kere “biz” ve “onlar” duvarını çektikten sonra, elbette arkasından isnat, iftira, nihayet suçlama ve acziyet gelecektir...
Her başarısızlığımızı, “onlar” tarafından engellenmeye bağlayacağız...
Tembelliğimizin çocuğu olan beceriksizliklerimizi, yine “onlar”ın üzerimize hışımla gelişleri olarak izah edeceğiz...
Gayretsizliğimizin ve eğitimsizliğimizin ürünü olarak hayatımızı kuşatan yeteneksizliğimizi ise ya “onlar”ın “devlet desteği” almalarına bağlayacağız, ya da medya güçleri ile açıklayacağız.
Beceriksizliğimizden dolayı şirketimiz mi battı? “Bizi onlar batırdı!” diyeceğiz!
Gazetemiz, dergimiz, kitabımız mı satmadı? “Sattırmıyorlar” diye açıklayacağız!
Evlatlarımız hayırsız mı çıktı? “Bunlar sistemin ürünü” diyerek sorumluluğumuzu başkasının sırtına yıkacağız!..
Depremi bile “onların günahı”yla izaha çalışmamış mıydık?
Oysa maharet, “onlar”a rağmen var olabilmektir!

İnançlarımızdan, ibadetlerimizden, kıyafetlerimizden, tarikatlarımızdan, cemaatlerimizden, siyasetlerimizden dolayı horlanmamak, hırpalanmamak, dışlanmamak istiyorsak, hiç kimseyi inançlarından, ibadetlerinden, kıyafetlerinden, tarikatlarından (tutulan yol anlamında), cemaatlerinden (cemiyetlerinden), siyasetlerinden dolayı horlamamalı, hırpalamamalı, dışlamamalıyız.
İnsanların “vazgeçilmez”lerini asla sorgulamamalıyız.
Unutmayalım ki, “biz”e “yanlış” gelen şey, aslında “doğru” olabilir!
Bu analitik yaklaşım hayata hâkim değil. Olsaydı, daha huzurlu bir hayatımız olabilirdi.
En azından, farklı tercihleri olan oluşumlara muhalefette ifrata düşmez, akla takla attırma pahasına “faşizm”le filan suçlamazdık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi