Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Şubat ayı ve ülkelerin kaderi

Şubat ayı ve ülkelerin kaderi

Türkiye ile birlikte Suriye ve İran’ın kaderleri de sanki şubat ayında kesişmiş gibidir. Ayetullah Humeyni, 1 Ocak 1979 günü Tahran’a dönmüş ve bu dönüşle birlikte ülkenin kaderi baştan aşağıya değişmiştir. 11 Şubat’ta ise devrim gerçekleşmiştir. Demek ki, 1 Ocak ile 11 Ocak tarihleri arasındaki 10 gün İran tarihinde tayin edici günler olmuştur. İran Devrimi aynı zamanda hicri 1400’e isabet etmiştir. İran, Devrimin 31. yıldönümünü şaşaalı bir biçimde kutlamaya hazırlanırken içeride ve dışarıdaki sıkıntılar da had safhaya ulaşmıştır. Ali Hamaney, İran halkının dev bir gövde gösteriyle yar ve ağyara yekpare ve yekvücut olduğunu ispatlayacağını ilan etmiştir. Dolayısıyla hâlâ devrimin meydan okuma gücünün olduğunu varsaymaktadır. Bu meydan okumalardan birisi de şüphesiz nükleer programdır. Cumhurbaşkanı Nejad bir taraftan Batılı ülkelerle anlaşmaya ve mutabakata hazır olduğu yönünde mesajlar verirken diğer taraftan da düşük oranda ve yoğunlukta uranyum zenginleştirmesini yüzde 3.5 seviyesinden yüzde 20’ye çıkarmak istediklerini ve ülkenin buna ihtiyacı olduğunu ilan etmiştir. Tıbbi nedenlerle buna ihtiyaç duyulduğunu ifade etmektedir. Lakin daha önce bu ihtiyaç zımninde, enerji ihtiyacına atıfta bulunuluyordu. Bu yeni karar, Batılı ülkeleri kışkırttığı gibi İran’ın BM Güvenlik Konseyi’ndeki ortaklarından Rusya’nın işkillenmesine de neden olmuştur. En azından, Tahran’ın niyetinden şüphelenmesine ve kuşkulanmasına neden olmuş ve yeni bir manevra yapmazsa artık Rusya’nın da ayları değil haftalık bir süreyi alacak ve kapsayacak yeni yaptırımlar kararına iştirak edeceği anlaşılıyor.
*
İran, devrim yıldönümünde yara ve ağyara yek pare bir görüntü vermeye hazırlanırken aslında Münih’de NATO şemsiyesi altında yapılan güvenlik zirvesinde Batılılar böyle bir görüntü verdiler bile. Bundan dolayı The Jerusalem Post gibi İsrail gazeteleri bayram ediyor ve en azından Fransa ile ABD’nin müeyyide noktasında tam bir mutabakat içinde oldukları anlaşılıyor. Türkiye’nin arabuluculuk çabalarına rağmen İran her geçen gün kazanım bağlamında yeni hamleler yapıyor. Her ne kadar yüzde 20 ile de olsa düşük yoğunlukla uranyum zenginleştirme çalışmaları ile nükleer bomba imal edilemezse de bu seviyede bir teknoloji birikimi ile hini hacette bomba yapmaya imkan veren yüzde 90 bazlı zenginleştirmeyi de yapabilirsiniz. Eşik aşılmış olur. Dolayısıyla yüzde 20 oranına ulaşmak dönülmez eşiği aşmak anlamına geliyor. İran’ın üst düzey atom yetkilisi Ali Akbar Salehi, gelecek yıl İran olarak 10 yeni uranyum zenginleştirme tesisi daha kurmak istediklerini açıkladı.
*
Bütün bunlar Batı’yı yeni bir karar verme anına (momentum) taşıdı. Zaten Aralık 2009’da İran’a bu yönde verilen süre ve mehil dolmuştu. Kimileri Çin’in Güvenlik Konseyinde müeyyidelere destek vermemesi halinde geride tek seçenek olarak silah kullanma seçeneği kalacağını ileri sürüyorlar. Lakin İran yüzünden Çin, Batı ile avantajlı ilişkilerini tehlikeye atar mı? Çin de müeyyidelere destek verirse bu İran açından ne anlama gelir? Vurulsa veya ambargoya maruz kalsa bu onu nükleer silahlar edinme ihtirasını veya çabalarını dindirir mi yoksa daha azimkar mı yapar veya bilemez mi? Evet bu ihtimal olmakla birlikte gerçekten de kapsamlı bir ambargo –delinmese bile- İran’a yine de böyle bir imkan verebilir. Ama bu imkan sınırlı olur ve Kuzey Kore gibi en azından premetür nükleer silahlar elde edebilir. Bu da Batı karşısında caydırıcı olur mu olmaz mı o da ayrı bir tartışma konusudur. İran’ın iç bünyesine ve cephesine baktığımızda bunda da sarsılmalar ve yer yer çatlamalar görünüyor. Ülkede Şah’ın geride bıraktığı seküler taban devrim tarafından kazanılamadı ve aksine zıtlaşmacı eksende bir grup haline geldi. Sadece bu da değil devrime destek veren sosyal koalisyon da dağıldı. Hatta devrimin en radikal unsurları olan Islahçılar da zamanla kendilerine ve devrime nispeten de olsa yabancılaştılar. Şimdi Nejad ve taraftarları bunları Halkın Mücahitleri ile aynı kefeye koymak istiyor. İran basını bu meseleyi tartışıyor. Sözgelimi, Torun Hasan Humeyni dedesiyle Halkın Mücahitleri arasındaki zıtlaşma ve mücadele ile Musevi ve Kerrubi ile Nejad veya Hamaney arasındaki mücadeleyi birbirine benzetmenin yanlış bir analoji olacağını savunuyor. Demek ki, devrim kendi çocuklarını bile dışlar hale gelmiştir. Bu devrim açısından en azından talihsiz bir durumdur. Devrimin 31. yıldönümünde İran’da dini ve siyasi elitin parçalanmışlığı gözleniyor. Rafsancani ve Musevi gibi şahıslar buna örnek teşkil eder. Irak’la savaş devrim unsurları ile halkın kenetlenmesini temin etmişti. Kimileri nükleer programla ilgili Batı’nın baskılarının da halk ile devrimi yeniden kenetleyebileceğini savunuyor. Bu bir ihtimal lakin yapı devrimin ilk günleri gibi değil. Bir yıpranma payı elbette ki söz konusu.
Şubat sadece İran tarihinde dönüm noktası değil aynı zamanda Hama olayları da şubat ayında (1982) gerçekleşmiştir. Türkiye’de 28 Şubat süreci de bir başka şubat münasebetidir. Bu da gösteriyor ki, Türkiye, İran ve Suriye’nin kaderi bir biçimde şubat ayı ile kesişmiştir. Sonuçta şunu da söylemek mümkündür. Şubat ayını sadece menhus günlerin yaşandığı günler olarak görmek, yanlıştır. Belki de şubat janusvari aylardan birisidir. Keşke ayların kaderiyle alakalı da bir Fusus el hikem tarzı eserimiz olsa.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi