Nüfus kâğıtlarımızdan dini kaldırmak…
Nüfus kâğıtlarından dini çıkarmak ilk bakışta demokratik gibi gözüküyor…
Çünkü kimsenin dini belli olmayacaktır…
Böylece kimse inançlarından dolayı muaheze edilmeyecek, peşin hükümle yaklaşılmayacaktır…
Ne var ki, aynı mantıkla nüfus kâğıdındaki başka bilgilere de itiraz etmek mümkündür.
Mesela “Uyruğu” bölümüne…
“Türkiye Cumhuriyeti” yazıyor.
Bu bir anlamda “Türk olmak” anlamına da geliyor.
Buna itiraz edenler bulunabilir…
Keza, “Doğum yeri” bölümü…
Bölgeciliğin ayyuka çıktığı günümüzde bu da bazı peşin hükümleri davet edebilir…
Demek istediğim şu: Yerleşik kurallarla oynanmaya başlandığında, nerede duracağı belirsiz yollar açılabilir…
Anladık “Avrupa normları”…
Ama Avrupa dini açıdan bir “mensubiyet” anlayışı içinde değildir…
Yani Avrupa’da din, belirleyici kriterler arasında yer almaz…
Biz de ise durum farklı. Din aynı zamanda bir kimliktir!
Bu yüzden Avrupa için “doğru” olan bazı şeyler bize uymaz.
Yapılması gereken iş, “dini” hanesini kaldırmak suretiyle kişinin inançlarını muğlak hale getirmek değil, o bölümü kişisel tercihlere göre şekillendirmektir.
Yani isteyen, nüfus kâğıdına, istediği inancı yazdırabilmelidir.
Bu hem daha demokratik, hem de kişisel hak ve hürriyetlere daha uygundur.
Önemli olan da, farklılıkları hazmetmek, hoşgörü kültürünü yaygınlaştırıp inançlara ve tercihlere göre insanları kategorize etme alışkanlığından kurtulmaktır.
Bunu yapmak yerine, her zamanki gibi yine kolayına kaçıyor, olguyu kökünden kaldırıp atmaya çalışıyoruz.
Şimdiye kadar “Avrupalılaşma aşkı”na pek çok şeyi zaten attık!
Tanzimat’tan bu yana hızlandırdığımız “Batılılaşma süreci”nde, bütün benzemezlerimizi Avrupa’ya benzettik.
Ne alfabemiz kaldı, ne geleneksel kıyafetimiz…
Ne müziğimiz kaldı, ne mahalle kültürümüz…
“Taklit”de bir hayli mesafe aldık…
Ama “teknik”te yaya kaldık!
Oysa geçirdiğimiz deneyimler, Batılılaşarak değil, farklılıklarımızı koruyarak gelişebileceğimizi gösteriyor…
Taklitçilik toplumları “imha” eder, farklılığı korumak ise “ihya”…
“İmha” sürecinden “ihya” sürecine geçme hususunda kararlılık göstermemiz gerekiyor.
Bırakınız, Müslüman olanın Müslümanlığı, nüfus kâğıdında da, kılık kıyafetinde de kalsın!
Bırakınız, herkes kendi kişisel tercihini yapsın.
Sözün tam burasında, Avusturya Başvekili Prens Metternih’in Tanzimat dönemi yöneticilerine yazdığı mektuptaki meşhur pasajı hatırlatmadan geçemeyeceğim…
Metternih diyor ki: “Avrupa medeniyetinden sizin kanun ve nizamlarınıza âdet ve maişet tarzınıza uymayan kanunları alıp iktibas etmeyiniz….
“Zira Garp (Batı) kanunları, hükûmetinizin temelini teşkil eden kanunların dayanağı bulunan usul ve kaidelere (İslâm esaslarına) asla benzemeyen kaideler üzerine kurulmuştur.
“Garp medeniyetine esas olan şey, Hıristiyan kanunlarıdır… Siz Türk kalınız. Lâkin mademki Türk kalacaksınız İslâmiyete yapışınız…”
Başka söze gerek var mı?
•
Üstelik nüfus kâğıtlarından “din” hanesini kaldırma isteği, millet hafızasında farklı çağrışımlar da yapıyor…
Bu niyet dinin topyekün saldırıya uğradığı eski CHP’li günleri hatırlatıyor…
Avrupa Birliği, yarın öbür gün, din derslerinin de kaldırılmasını isteyecektir (zaten istiyor).
Densiz bir Avrupalı çıkacak, Ezanın “gürültü kirliliği” yaptığını savunacaktır (Zaten İsviçre halk oylamasıyla minareyi yasakladı).
Biz de “mutekabiliyet esası”na göre Türkiye’deki kiliselerin çan kulelerini yasaklayamayız.
Çünkü geleneklerimizde “inançlara saygı” var.
Ama bu saygıyı önce kendi inancımıza göstermeliyiz.
Sözün kısası, dinini nüfus kâğıdına isteyen yazdırsın, isteyen yazdırmasın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.