Millet adına!
Milletin tek temsil makamı vardır, o da TBMM. O bu yetkisini kimseyle paylaşmaz..
Ha! Tamam, şimdi hatırladım. Mahkeme... Bu “Millet adına” nereden çıkıyor?
Kanun namına milleti teslim alan bir zihniyetin ürettiği bir mahkeme vardı! Hatırladınız mı? Hani şu İstiklal Mahkemeleri..
Arşivler açılıyor ama, İstiklal Mahkemesi arşivi hariç. Yargının Millet adına karar verebilmesi için, iki yöntemden biri, Yargıçların halk tarafından seçilmesi ya da halk temsilcilerinden oluşan bir Jürinin karar sürecine katılması ve halk temsilcilerinde kararın oylanması ile hükmün yürürlüğe girmesi gerekir..
İşte o Mahkemeler Hukuk adına değil, Millet Meclisi adına karar verirlerdi. Bugün Türkiye’de doğrudan yargı ile Milli irade arasında bir bağ yoktur. Bu bir yetki gasbıdır. Dolaylı bir yetki bile yoktur.. Hükümet de yetkisini parlamentodan alıyor Yargı da.. Diyanet de ya da Emniyet Müdürü de, Milli Eğitim Müdürü de, imam da, hatta muhtar da yetkisini parlamentodan almaktadır. Üstelik muhtarlar bir de seçimle gelmektedirler.. O zaman onların da Millet adına karar verdiklerini kabul etmek gerekir..
Aslında “Devlet namına” demek gerek de, Milleti de Meclis temsil ettiği için, Millet adına karar vermiş oluyorlar..
Yani bu düzenleme tamamen İstiklal Mahkemesi kafası ile yapılmış..
Bu uygulamanın iç hukuktaki dayanağı şu: Anayasa bölüm: IX. Yargı yetkisi. MADDE 9.– “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır”. Buradaki “Türk Milleti adına” deyimi bir tahsis mi, yoksa Milli İradenin belirleyici rolü ve üstünlüğüne yapılan bir vurgu mu, aslında çok da belli değil.. Burada aslında tartışmalı bir durum var.. O zaman yargı, milli iradenin temsilcilerinin iradelerine tam bağlı olması gerekir.. Hatta Anayasa Mahkemesinin de burada parlamento iradesine mutlak bağlılığı sözkonusudur.. Özellikle yerindelik denetimi değil, uygunluk denetimi konusunda bu hükmün belirleyici olması gerekir.. Madem doğrudan Millet adına karar veriyor, ahlaken aynı şekilde, parlamento iradesi yanında, vekalet ve temsil grubunun iradesine paralel olarak karar vermesi, aynı şekilde doğrudan milletin büyük çoğunluğunun, mutlak bir imanla bağlı olduğu değerlere karşı da saygılı olması gerekir. Zaten devletin kurulma amacı bu değerleri koruma ve geliştirme iradesi değil midir? Bu değerlere tehdit oluşturan devlete karşı halkın kendi geleceğini belirleme hakkına dayalı direnme yoluna gitmesi Uluslararası sözleşmelerde korunan bir hak değil midir? Aynı şekilde zaman içinde farklılıklarına rağmen barış içinde bir arada yaşayan halk kesimlerinin değerlerine karşı da aynı anlayışın gösterilmesi gerekir... O milleti millet yapan, “alamet-i farikası / onu diğerlerinden ayırt edici özelliği” olan değerler konusunda hassasiyet göstermesi gerekir.. Bunun aksine davranışlar, Anayasanın bu hükmü çerçevesinde varlık ve meşruiyetini, hukuki ve ahlaki anlamda tartışmaya açmak anlamına gelmektedir..
Cumhuriyet Savcısı isimlendirmesi de hukuka aykırı.. Rejim, devlet adına ya da ulusu meydana getiren çoğunluk adına dava açmış oluyorsunuz.
Bir hukuk devletinde bu iş, Hukuk adına, Adalet adına yapılır.. Mahkeme de sonuçta Millet adına değil ama, somut bilgi ve belgeler ışığında kendi vicdani kanaatine göre, Hukuk adına, Adalet adına karar verir..
Savcı “Cumhuriyetin bekçisi” değil, “adaletin / hukukun bekçisi” olacaktır ve görevi “Müeddi umumilik”tir. Yani Savcıdan beklenen, genel olarak davacı ve davalının lehinde ve aleyhinde olan delilleri toplamaktır.. Sonuç olarak Savcı “Cumhuriyetin” “Rejimin” ya da “Devletin savunucusu” değil adaletin tesisinin sağlanmasında yardımcıdır.
“Millet adına” deyim olarak bize Fransa’dan geçmiştir. 1789 Devrimi sonrası kurulan “Tiers Etat” üyeleri, farklı kesimleri temsilen seçilmiş olmalarına rağmen, genel kabule göre artık, belli bir bölgeden seçilip gönderilmiş olmalarına rağmen artık genel anlamda Milleti temsil etmektedirler. Bunun için bizde de parlamenterlere “Millet Vekili” denir.. Dikkat edilirse parlamenter de Fransızca bir kelimedir, “Millet Vekili” de Fransızca’dan tercümedir ve kökleri Fransız devrimine dayanmaktadır.. Millet egemenlik yetkisini vekilleri eli ile kullanacağından, Millet Meclisleri, Millet adına/onlara vekaleten karar alırlar..
Gerçek olan şu ki, Yasama, Yürütme ve Yargı diye 3 ayrı erk vardır.. Yasama Millet adına, Yürütme kanun namına, yargı “Adalet adına” karar verir.. Hukuk, kanunların ruhudur.. Hukuka uygun olmayan yasa suç aletidir.. Yargıç bireyle devlet arasında bile tarafsız konumdadır.. Onun için özerk bir konumdadır..
Aslında yargının yetkisini “Türk Milleti adına” kullanma iddiası başka açılardan da sakıncalıdır.. Esasen “Millet” tanımı, bizim tarih ve geleneğimizde tam da batıdaki “Nation”un karşılığı değildir. Gerek Hilafetle ilgili yasa ve gerekse Lozan anlaşmasında “Millet” Arapça aslına sadık kalınmak sureti ile dini bir kavram olarak kullanılmış ve bu çerçevede mesela Araplar, Kürtler, Arnavutlar, Gürcüler, Çerkezler, Boşnaklar ve benzer Müslüman halk azınlık kabul edilmemiştir.. Zaten, devrim yasalarından olup değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen, “Hilafet makamının ilgasına dair kanun” da Hilafetin mana ve mefhum olarak Cumhuriyetin manası içinde mündemiç olduğu belirtilmiştir. Aynı şekilde Hilafetin TBMM’nin şahsı manevisinde mündemiç olduğuna vurgu yapılmıştır.. Hal böyle olunca, esasen bir yandan Meclis’in Cumhuriyetle birlikte Hilafet misyonunu gözetmesi, öte yandan Hükümetin ve Yargının da aynı anlayış içinde olması gerekir.. Hatta bu anlayışla, hükümet aleyhine, Hilafet misyonunun gereğini yerine getirmemesinden dolayı soruşturma bile açılabilir mer’i yasalara göre..
Burada “Türk Milleti” tanımının “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı”nı karşılayıp karşılamadığına da bakmak gerek.. Yani sormak gerek “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları Adına” verilen bir karar mı bu karar.. Burada her hangi bir ırka refere edilmeden “Millet adına” verilen bir karar sözkonusu değil burada..
Sahi, Danıştay son katsayı kararı ile “Millet adına” mı karar vermiş oldu şimdi!. Ne anayasa, ne yasalar, ne uluslararası sözleşmelere, ne Türk milletinin genel talebine uyuyor sonuçta bu karar, kamuoyundaki tepkilere ve eleştirilere bakılırsa... Hatta denebilir ki, derin devlet dışında kimsenin de işine yaramıyor. Yani milli iradeye karşı tehdit oluşturan bir grub dışındaki kimse karardan memnun olmadığı gibi, kamu yararı da yok. O zaman bu nasıl “Millet adına” verilmiş bir karar oluyor? Olsa olsa Jüristokratik, Jakobenik bir karar olarak tanımlanabilir.
Bu kararın belki de en büyük yararı, devlet içinde yargının yeri ve rolü üzerine bir tartışmasının da böylece başlamış olmasıdır. Bu yazı da bu anlamda olumlu bir katkı olur diye düşünüyorum..
Milli İrade bu sorunu çözmeli artık. Hem de Baykal’a, Bahçeli’ye; Başbuğ’a rağmen! Kimi Yüksek Yargı adamlarına rağmen..
Selâm ve dua ile..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.