Ölen ikiz bebeklerin hesabı da sorulacak mı?
Hem “gazetecilik” mesleğine başlamamda, hem de “gazeteciliğin incelikleri”ni öğrenmemde, merhum İlhan Bardakçı hocamın büyük katkısı vardır… Cenab-ı Allah, gani gani rahmet eylesin… Yıllarca “Türkiye’ye hasret” yaşadı… O “hasret”le de, “gurbet” ellerde, evet Almanya’da vefat etti… Sağlığında, bir türlü “gurbet”ten “sıla”ya dönemedi… Döndü de; “beden” olarak değil, “ceset” olarak… Birkaç yıl önce “cenaze”si getirildi Türkiye’ye… Şu an, hiç olmazsa, naaşı yatıyor bu ülkenin bağrında… İşte bu İlhan hocam; moda tabiriyle beni “ilk keşfeden” ve mesleğe başlatan, ama en çok da “mesleğin incelikleri”ni öğreten adamdır… Sanıyorum “Gazetecilik Tekniği” dersiydi; bir gün “dikkat çekici bir fotoğraf” nasıl olması gerektiğini anlatırken; “yanan bir ev” örneğini verdi…
FOTOĞRAF, DUYGUYU KAMÇILAMIYOR!
Dedi ki;
Doğrudan, “yanan evin fotoğrafı”nı çekersiniz… Ev alev alev yanmakta, dumanlar etrafa yayılmaktadır… Ancak bu, “kanıksanmış bir fotoğraf”tır!.. Yani okuyucular; bakar, geçer!..
Eğer, fotoğrafta “yanan ev”in yanı sıra; “panik halinde kaçışan insanlar” ve onların “eşya kurtarma telâşı”nı yansıtırsanız, belki “vah zavallılar” dedirtirsiniz!..
Ama, “fotoğraf karesi”nin içine “yanan ev”in yanı sıra, “panik yaşayan insanları” ve duvar üzerinde “can telâşı”na düşen “evin çaresiz kedisi”ni de alabilirseniz, işte “fotoğraf” budur… Çünkü o fotoğraf, “alışılmış kalıplar”ın dışındadır… İnsanlar o fotoğrafa; “mantıklarıyla” değil, “yürekleriyle” bakarlar!..
Kısacası; bir fotoğraf veya haber, “mantığı” değil, “yüreği” kamçılamalı, yani “duygu”ları harekete geçirmelidir… İçinde “acıma” veya “merhamet” gibi duyguları harekete geçirici unsurlar bulunmayan bir haber ve fotoğraf; “kuru” bir haber, “sıradan bir fotoğraf”tır!.. “akla” değil, daima “yürek”lere hitap edin!..
Yoksa okunmazsınız, bakılmazsınız!..
BABASININ OMZUNDA UYUYAN ÇOCUK!
Şu son “yargı darbesi” vesilesiyle, İlhan Bardakçı hocamı bir kere daha rahmetle andım… Meğer, sadece “mesleğin incelikleri”ni anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda “psikolojik savaş teknikleri”ni de öğretiyormuş da, haberimiz yokmuş…
Nur içinde yat hocam!..
Sayende, “hukuk savaşları”nda dönen “dolap”ların ve uygulanan “numara”ların, aslında bir “psikolojik savaş taktiği” olduğunu anlamakta hiç zorlanmadım.
Bir defa daha anladım ki;
“Hukukî delil” olarak ellerinde hiçbir şey bulunmayanlar, yani yaptıkları işe “mantıklı bir cevap” veremeyenler, her zaman yaptıkları gibi, yine “duygu istismarı”na yöneldiler!..
“Ergenekon şaibelisi Başsavcı İlhan Cihaner’i savunmak” için ellerinde “ikna edici malzeme” olmayanlar, Başsavcı’nın eşi Muteber İlhan’ı ve çocukları Sıla’yı öne çıkarıp, insanların “duygu”larını provoke etmeye çalıştılar!..
Gazetelerine öyle bir “fotoğraf” koydular ki; gel de “acıma”dan, gel de “merhamet”e kapılmadan dur!..
Minik Sıla, babasının kucağında!.. Başını babasının omzuna yaslamış, mışıl mışıl uyuyor!..
Babası ne “halt” işlemişse, işlemiş!..
Peki, “Minik Sıla”nın ne günahı var?..
Siz, tam bu “duygu atmosferi”ne girmişken, Muteber Hanım’ın başlığa çekilen sözleri çekiyor dikkatinizi;
“Sıla’nın çizgi filmlerini bile aldılar!”
O an, sarsılmamak ve bir “isyan patlaması” yaşamamak mümkün değil!..
Sarsılıyorsunuz!.. İsyan ediyorsunuz!..
“Minik Sıla’nın ne günahı var?.. Minnacık çocuklar, bu travmayı yaşamak zorunda mı?”
Fotoğraf, tam da “İlhan hocamın tarif ettiği gibi bir fotoğraf!..
Baba var, kanıksanmış!..
Anne var, alışılmış!..
Ama ya çocuk?.. Hem de, babasının omzuna yaslanmış mışıl mışıl uyuyan bir çocuk!..
“Fotoğraf” dediğin böyle olur!..
İçinde “acıma” da var, “merhamet” de!..
Bu fotoğrafı “servis” edenler ve onu sayfalarına koyanlar, “psikolojik savaş”ın inceliklerini iyi biliyor olmalılar ki; “İlhan Cihaner’e destek”lerini “çocuk” üzerinden gösteriyorlar!..
Tabiî, “görev”lerini yapıyorlar!..
YA, O ANNEYE NE DEMELİ?
İsterdim ki, ben de aynı tekniği kullanayım… Ben de “çocuk”lar üzerinden değil, “anne rahminden düşen bebekler” üzerinden katılayım bu “psikolojik savaş”a!..
Ama, ne yazık ki, benim elimde “fotoğraf” yok… Olması da mümkün değil… Öyle ya; hiç “anne rahminden düşen bebekler”in fotoğrafı olur mu?..
Efendim, benim de Abdülkadir Selvi’nin yazısından öğrendiğim olay, özetle şöyle:
“Erzincan soruşturması baştan sona bir hukuksuzluk; baştan sona bir trajedi.
Erzincan şehir merkezinde Jandarma birlikleri ve cemselerle yapılan operasyon sırasında tam bir tedhiş havası estiriliyor.
S.G isimli kadın sorguya alındığı sırada hamile olduğunu bildiriyor.
Dikkate alınmıyor.
Sorgu sırasında gördüğü baskıdan dolayı karnındaki ikiz bebeklerini kaybediyor.
Bir insan için, bir anne için ne büyük dram. S.G kadın, zanlı bile olmuyor, savcılık tarafından serbest bırakılıyor.
Peki S.G kadının yaşadığı drama tek bir kadın örgütünün ya da bir kadın yazarın sahip çıkmamasının nedeni onun İsmail Ağa Cemaatine yönelik operasyon kapsamında gözaltına alınan bir ailenin üyesi olması mı?
Jandarmalar yatak odalarına kadar girip evleri arıyor. Evde erkeği olmayan bir kadının kapısı açılıyor, kapı açık tutuluyor, içeriye girilmesi için mahalle muhtarı olay yerine çağrılıyor.
Jandarma Komutanı bu durumu görünce emrindeki askerleri fırçalayıp, kapıyı tekmeleyip, botlarıyla içeri giriyor.
Peki o korkuyu yaşayan kadın da bir insan değil mi?
5-6 yaşındaki çocuklar sıraya dizilip, Jandarmaya götürülüyor.
Peki o çocuklar çocuk değil mi?
Tek eksikleri kucağında fotoğraf çektirebilecekleri bir Başsavcının çocuğu olmamak mı?
23 Şubat günü başlıyor operasyon.
48 saat sürüyor.
Zanlılar operasyon tamamlanana kadar tam 48 saat aç bırakılıyor.
‘Açız. Yemek verin’ diye müracaat ettiklerinde ‘bu yemekler askerin istihkakı, size veremeyiz’ diye azarlanıyorlar.”
O DA BİR “KADIN” DEĞİL Mİ?
Herhalde söylemeye gerek yok;
S.G. isimli kadını “sorgu”ya alan, “hamile” olduğunu söylemesine rağmen buna aldırış etmeyen ve gördüğü “baskı”lar sonucu “ikiz bebeğini” kaybetmesine yol açanlar “Savcı İlhan Cihaner ve yandaşları”ndan başkası değildi!..
Ne yaman çelişkidir ki;
Başsavcı İlhan Cihaner’e arka çıkmak için, “babasının kucağında uyuyan kızı”nın fotoğrafını kullanan medya, S.G. isimli kadının “rahminden düşen ikiz bebeği”ni hiç tınmadı bile!..
Öyle ya;
O “ikiz”ler, henüz annelerinin rahminde uyuyordu!.. Onların, ne yazık ki; “başlarını yaslayacakları bir Başsavcı babaları” yoktu!..
Eğer olsaydı, ıskalanmazlardı!..
Eğer onların da bir “Başsavcı baba”ları olsaydı, bu “psikolojik savaş”ın bir yerlerine mutlaka monte edilirler, bir “istismar malzemesi” olarak kullanılırlardı!..
Ama o “ikiz”lerin babası, bu ülkenin “Beyaz Efendi”lerinden değil!.. O “ikiz”lerin babası, bu ülkenin “Kunta Kinte”lerinden, annesi de “Köle Isaura”larından!..
Onları takan yok ki,
“İkiz bebek”lerini umursasınlar!..
Uzun lâfın kısası;
Tamam, “Sıla”lar ağlamasın!..
Ama aynı zamanda Erzincan’daki sorgu sırasında gördüğü “ağır baskı”dan dolayı “ikiz bebeğini” düşüren S.G.’ler de ağlamasın!..
İnsanların “acıma” hisleri ve “merhamet” duyguları harekete geçirilmek isteniyorsa, “S.G.’nin dramı” da gözardı edilmesin!..
Ve unutulmasın ki;
Bu dünya, “etme bulma dünyası”dır!..
===========
Yargı... Asker... Darbe!
İlk günlerin “hava”sı sönmüş veya “yanlış” yaptıklarının farkına varmış olmalılar ki; “yargı cephesi”nden gelen haberler, biraz daha “mutedil”e döndükleri yolunda… Öyle olması da lâzım… Çünkü, yaptıklarının “hukuk”la, “akıl” ve “mantık”la izah edilir bir tarafı yok!..
Kaldı ki; hem “suçüstü” oldular hem de “deşifre” oldular!.. Yaptıkları “gövde gösterisi”nin “Başsavcı’yı savunmaya” yönelik değil, “Org. Saldıray Berk’i kurtarmaya” yönelik olduğu çıktı ortaya!.. Ve ayrıca; hem de “mesai saati”nde yaptıkları “toplu kalkışma”nın da, pekalâ “örgütlü suç”a girebileceğini gözardı etmemek gerekir!.. İşte tüm bunlardan dolayıdır ki; karar ve tavırlarının “yargı darbesi” olarak yorumlanmasından rahatsızlar!.. “Darbe” ile “yargı”nın yan yana anılmasından hoşlanmıyorlar… Malûm, bazı askerler de “ordu” ve “darbe” kelimelerinin aynı anda telâffuz edilmesinden rahatsızlık duyuyor!
Ne var ki, “fotoğraf” böyle… Geçmişinde sürüyle “darbe” bulunan bir orduda “darbe girişimi” olmayacağını düşünmek, “körlük”ten başka bir şey değildir!..
“Yargı” da öyle… Geçmişte öyle “karar”lar verdiler ki, “darbe”den beter!.. Üstelik, o kararlar, hâlâ yürürlükte!.. Ama biz yine de, rahatsızlıklarının “samimi” olduğuna inanmak istiyoruz.