Muhtıra değil şimendifer
Cumhuriyet tarihinde hiç dokunulamayanlara dokunuluyor. İki kuvvet komutanı, iki eski 1. Ordu komutanı, muvazzaf amiraller ve albaylar emniyete götürülüyor, ifade veriyorlar, tutuklananlar var. Toplumda, haliyle merak ve şaşkınlık had safhada.
Geldiğimiz nokta nedir? Yüksek yargı, direnç gösterse de, HSYK'nın hamleleri, Yargıtay üyelerinin destek gösterileri sadece, hukukun içler acısı halini resmeden birer ibret tablosuna dönüşüyor. Çünkü demokratikleşme isteyen herkesi umutlandıran cesur savcılar, yargıçlar ve "onurlu askerler" tehdit ve baskılara aldırmıyorlar. Bu duruş ve kararlılıkları, toplumu da, iktidarı da cesaretlendiriyor. Yani statüko açısından geri dönülmez bir yolda ilerliyoruz...
"Onurlu askerler"le ilgili olarak önceki gün, Taraf'ta, Yasemin Çongar şunları yazdı: "Evet, orduda hâlâ gayrimüslim vatandaşları öldürmek, müzeye giden çocukları havaya uçurmak üzerine plan yapan gözü dönmüşler var. Evet, orduda hâlâ cemaat mensuplarının evlerine silah yerleştirmeyi, gazeteciler hakkında karalama kampanyaları yürütmeyi, seçilmiş hükümete karşı yargıyı, akademiyi, medyayı kullanmayı hesaplayan darbederler var. Ama orduda, artık bu gidişata 'dur' diyen onurlu askerler de var. Balyoz bavulunu, Selimiye'den çıkarıp Taraf'a getirenler onlardı... Dün, onların umutlu günüydü."
O Balyoz bavulu, Ergenekon savcılarına teslim edilince olanları görüyorsunuz. Taraf'ın 60 binlik tirajla, vesayet sistemini böylesine sallaması, sarsması, Türkiye'de medyanın aslî görevi için de umut vericidir. Zaten alternatif medya olmasaydı, şimdiye kadar çoktan darbe olmuştu. Doğan Grubu'ndaki cesur demokrat kalemleri de unutmamalıyız. Cuntacılar darbe yapamadılarsa, eski yandaş medyayı bulamadıkları içindir. "Höt" deyince, pılısını pırtısını toplayıp giden siyasetçiler olmadığı içindir.
Geldiğimiz noktada, umudu ve cesareti olanlar, demokrasi isteyenlerdir. Statüko cephesi umutsuz, yılgın ve bedbindir. Baksanıza, bir önceki Genelkurmay başkanı emekli Org. Yaşar Büyükanıt; "yahu yapmayın, etmeyin, biz 27 Nisan'da muhtıra falan vermedik, muhtıra değil o. Hiç mi muhtıra görmedik" diye günah çıkartıyor. "Ben kaleme aldım" diye televizyon ekranlarında hava atan Paşa, tam da eski kuvvet komutanları gözaltına alınırken, sanki sıra kendisine de gelecek telaşına kapılıp, neredeyse, Çetin Doğan gibi yemin edecek. "Biz, hiç Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale eder miyiz, çok ayıp ediyorlar ama... Bildiriyi bir daha okusunlar" diyor. Allah Allah, bildiri hâlâ Genelkurmay sitesinde duruyor. Açıp bir daha okuyoruz. Aynen şunlar yazılı: "Cumhurbaşkanlığı sürecindeki tartışmalarda Türk Silahlı Kuvvetleri taraftır. Gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri, kendisine kanunla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir."
Ne şimdi bu ifadeler, tehdit değil mi? Daha önce bütün darbelere dayanak yapılmış, İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesindeki, Cumhuriyet'i koruma ve kollama "görev"ini hatırlatmak değil mi? Ne diyeyim, Genelkurmay başkanlığı yapmış bir insana bu tavır, bu duruş hiç yakışmıyor. Sanki bu muhtıradan sonra, Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılamadığını unuttuk. Sanki, hukukun Zati Sungur'larının, 367 hokkabazlığında, bu muhtıradan cesaret aldıklarını, hiç hatırlamıyoruz...
Genelkurmay açısından elbet sıkıntılı bir durum var. İşte orgeneral ve oramiraller toplandılar. Sağduyunun ve ortak aklın galip geleceğine inanmak istiyoruz. Hâlâ darbeden medet umanlar ise, bu toplantıyı bile "tamam be, nihayet asker devreye giriyor" diye heyecanla karşıladılar. Olan biteni anlamıyorlar, yeni Türkiye'yi okuyamıyorlar. Kaç defa yazdım; harç bitti, vesayet rejiminin inşaatlarına artık paydos... Ufukta demokrasi var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.