Ordu, Balyoz ve gelecek
Birkaç yıl sonra bugün yaşadıklarımızı daha iyi anlama şansımız olabilir mi, kestirmek zor. Şu anda el yordamıyla birşeyler söylüyoruz, hepsi o bu.
Türkiye, bir büyük tasfiyeyi, farklı isimler, operasyonlar ya da dava başlıkları altında yaşıyor. Bu tasfiye, aynı zamanda yeni bir’ devlet aklı’nın inşası. Dün devlet aklının merkezinde yeralan ya da rengi daha belirgin olan unsurlar, bugün geriye çekiliyor. Bazıları bunu zamanın ruhunu erken okuyarak yapıyor. Geri çekilmekte ya da yeni rolüne uyum sağlamakta zorlananlara ise sert uyarılar geliyor.
***
Ankara geçtiğimiz hafta yargı merkezli bir deprem yaşadı. Erzincan-Erzurum hattından İstanbul’a kadar uzanan bir sarsıntıydı bu.
Bu haftaya ise peşpeşe gelen gözaltılarla başladık. Türkiye, birkaç yıldır üst düzeyde komutanların, önemli gazeteci, akademisyen ya da işadamlarının gözaltına alınmasına, bir bölümünün de hali hazırda yargılanmasına neredeyse bağışıklık kazandı.
O yüzden ‘Balyoz’ kapsamındaki bu yeni dalga, ‘sarsıcı’ olsa da ‘şaşırtıcı’ değildi.
***
Kağıt üzerinde yasama, yürütme ve yargının nerede başlayıp nerede biteceği belli olsa da, yaşanan bu sorunu yönetmekle sorumlu olan iki aktör var. Birisi Başbakan Tayyip Erdoğan, diğeri ise Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ.
Erdoğan ve Başbuğ, en kritik zamanlarda bile haftalık görüşme zeminlerini korumaya özen gösterdi. Bu görüşmelerin iki taraf açısından da ne denli zor ve sıkıntılı başlıklarla geçtiğini bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Ancak bugün gelinen aşamada bu görüşmeyi devam ettirmek bile başlı başına bir kriz yönetimi gerektiriyor.
Nedeni için fazla kafa yormaya gerek yok. Zira önceki akşam Genelkurmay karargahındaki kritik toplantı, resmi olarak şöyle tarif edildi:
‘İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında ortaya çıkan ciddi durumu değerlendirmek üzere, bugün Genelkurmay Başkanlığı Karargahında Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bütün orgeneral ve oramirallerin katılımı ile bir toplantı icra edilmiştir.’
***
Bir kısmı hali hazırda görevde, bir kısmı henüz emekli olmuş çok sayıda komutanın gözaltına alınması, İlker Başbuğ’a önce Mısır seyahatini iptal ettirdi. Ardından tüm orgeneral ve oramirallerin katıldığı bir toplantı geldi.
Buradan hareketle ordunun bütünlük mesajı verdiğini söyleyebiliriz. Meydan okuduğunu düşünebiliriz. Öte yandan Başbuğ’un yaşananlar karşısında yeni birtakım ‘arıza’lara geçit vermemek için çaba sarfettiğini de öne sürebiliriz. Bunların hepsinin gerçekle bir ilişkisi olabilir.
Ancak sular durulunca görebileceğimiz bir başka gerçek var ki, tüm bu gerçeklerden daha önemli sayılabilir. Ordunun bundan sonraki 10 yılında düne kadar üç aşağı beş yukarı belli sayılan terfi ve atamalar, ciddi bir değişime uğrayacaktır. Ergenekon davasıyla başlayan, ‘Balyoz’la devam eden süreç, başından itibaren bize bu değişimin kodlarını verdi.
Muhtemelen bu değişim, Türkiye’nin bölgede ve dünyada değişen rolü ve yükselen gücüyle bağlantılı. Kim darbe istemiş, kimler bunun için yola çıkmış ve akıllara durgunluk verecek planlar hazırlamış; tüm bunları teşrih masasına yatırmak elbette önemli.
Ama asıl mesele, Türkiye’nin yeni vizyonu ve buna uygun olarak kurumlarının yaşaması gereken değişim.
Acaba o akşam karargahta toplanan komutanlar olup biteni nasıl okuyor; doğrusu en çok bunu merak ediyorum.