İdealist ülkücüler Realist ülkücüler!
Ülkücülüğü ile hâlâ iftihar eden 1970’lerden kalma bir ahbabım, nefes nefese içeri girdi. Tekel işçilerinin bir zamandır çadır kurdukları Ankara’nın göbeğindeki birahaneleriyle ünlü Sakarya caddesi ve civarından geliyordu. TKP (Türkiye Komünist Partisi) ile Milliyetçisi sendikanın sarmaş dolaş olması onu sarsmıştı. Bu ilkesizliğe, geçmişteki şehid kanlarının hiçe sayılmasına isyan ediyordu...
Ona bu durumun pek de şaşırtıcı olmadığını söyledim. Esasen “Milliyetçi” olarak bilinen yayın organlarının birinci sayfalarında yer alan haberleri dikkatle takip eden bir kimsenin şaşırması mümkün değildi.
Ulusalcı Perinçek’in, CHP lideri Baykal’ın manşetlerde olduğu iki “milliyetçi” gazete geniş bir kamuoyu tarafından takip edilmese de, Türkiye’yi takip edenlerin gözünün önündeydi.
Milliyetçilerin CHP ile koalisyonu, hatta TKP ile işbirliği bir hak ve hakikat mücadelesi olabilir miydi?
Ortada bir hak ve hakikat mücadelesi değil, siyasi savaş vardı. Siyasi savaşta saflar, iktidar karşıtlarının işbirliğini faydalı kılıyordu. Milliyetçiler, değerleri, hakkı-hakikati değil, faydayı seçmekle günlük siyasetin gereğini yapıyorlardı. Bu yüzden onları suçlamak doğru olmazdı.
“Ahbabım, partiyi anladık da sendikaya ne oluyor?” diye tepki gösterdi.
Ona sendikanın da siyasetin bir parçası olduğunu anlatmak mümkün değildi. O arkaik bir ülkücü idi. Yani idealist! Bugünküler ise realist!
İşte günümüzün milliyetçi gazetelerinden birinin manşeti yine CHP lideri Baykal’a tahsis edilmişti. “Türkiye’de yeni bir Malta Sürgünleri sahneleniyor!”
Ülkücü ahbabım milliyetçiliğin esas olarak tarih şuurundan beslendiği fikrini sıkça tekrarlayan bir kişi olduğu için, bu manşetten de rahatsız oldu.
Malta sürgünleri kimlerdir, bugünün darbe tezgahçıları kim? Meselenin tarih boyutu konusundaki cahillik, Baykal’ın yorumunu traji-komik bir hale getiriyordu.
Mütareke döneminde Malta’ya sürülenler, ittihatçıların önde gelen isimleri idi. İttihat ve Terakki 1. Dünya Harbinde Almanlar tarafında saf tutmuş, Osmanlı Devleti’ni de bu safta savaşa sokmuştu. Karşı tarafta İngiltere öncülüğünde batının büyük güçleri vardı. Savaşın sona ermesiyle galip ingilizlerin bu ittihatçı kadroyu cezalandırmayı düşünmeleri çok da şaşırtıcı bir durum değildi. Fakat, İstanbul’daki Meclis-i Meb’usan’ın basılması, Rauf Bey gibi bazı öndegelenlerin derdest edilerek Malta’ya sürülmeleri, aynı zamanda Ankara’da yeni bir iktidar merkezleşmesi için harekete geçmiş bulunan Mustafa Kemal Paşa için de bir fırsattı.
İstanbul’daki Meclis kapatılınca, Ankara’da bir meclis toplamak kabul edilebilir hale geldi. Bu yüzden gerçek tarihçiler, Meclis-i Meb’usan’ın kapatılmasını, bazı meşhur şahsiyetlerin Malta’ya sürülmesini İngilizlerin Mustafa Kemal Paşa’ya bir kıyağı olarak değerlendirirler!
Elbette bunlar, inkılap tarihi kitaplarında yazmaz! Bütün yakın tarih müktesebatı inkılap tarihi ders kitaplarından kalan tortudan ibaret olan Baykal gibiler de yorum yaparken meselenin farklı boyutlarını akıllarından bile geçirmezler!
Ya ülkücüler?
İdealist ülkücüler elbette meselenin farkındadır. Realist ülkücüler ise, böyle şeylerin farkında olmak mecburiyetini hissetmezler. Makyavelist bir tutumla günü kurtarmaya çalışırlar.
Dostum yine itiraz etti: “İdealist olmayan ülkücü olur mu?”
Elbette idealistle ülkücü eş anlamlı kelimeler. Fakat, “ülkücü”nün Türkiye’de aynı zamanda siyasi bir anlamı var. Günümüzde siyasi anlam, idealin önüne geçti!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.